TÜRKİYE’DE
MİLLİ MESELE 1
Milli Meselede şafak Revizyonizminin tezleri: "Feodal
ağalarla ittifak kuran büyük burjuvazi, Kürt halkına karşı da milli baskı ve
eritme politikası uyguladı". (Program Taslagı, madde 10). "Yurdumuzda
yaşayan 6 milyon nüfuslu Kürt halkı burjuva ve toprak ağası iktidarların ağır
milli baskı ve eritme politikasına karşı mücadele bayrağını kaldırdı. Amerikana
iktidarların Kürt halkını yıldırmak için giriştiği en ağır zulüm ve işkencelere
göğüs gerdi. Kürt halkının demokratik haklar, milliyetlerin eşitliği ve kendi
kaderini tayin için giriştiği mücadele hızla güçlenmektedir. Türkiye’nin bütün
işçi ve köylüleri bu mücadeleyi destekliyor. Türkiye halklarını birbirine düşman
etmek ve ezmek amacını güden emperyalizmin ırkçılık politikası iflas etmekte ve
halkları devrim yolunda birleştiren bağlar sağlamlaşmaktadır" (Program
Taslağı, madde 25). "Hareketimiz,
Kürt halkının kendi kaderini tayin ve isterse aryı bir devlet kurma hakkını
tanıdığını açıklar. "Hareketimiz...
Kürt halkının kaderinin Kürt isçi ve köylülerinin menfaatleri yönünde çalışır
tayin edilmesi için çalışır "Hareketimiz,
Türkiye’nin iki kardeş halkının demokratik halk cumhuriyeti içinde eşit haklara
sahip olarak birleşmelerine yönelen bir siyaset izler. "Hareketimiz,
Türk ve Kürt halklarının devrimci birliği ve kardeşliğine düşmanlık güden her
milliyetten gerici hakim sınıflarla ve onların bölücü politikalarıyla mücadele
eder" (Program Taslağı, madde 52). "Marksist-Leninist
hareket, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının en tavizsiz savunucusudur ve
aynı zamanda Kürt halkının kaderinin Kürt işçi ve köylülerinin menfaati yönünde
tayin edilmesi için mücadele edecektir. Bununla beraber, Marksist-Leninist hareket,
Türkiye’nin iki kardeş halkının, demokratik halk cumhuriyeti içinde eşit halklara
sahip olarak birleştirilmelerine yönelen bir siyaset
izleyecektir" (12 Mart’tan Sonra Dünyada Ve Türkiye’de Siyasi durum, s. 74). "Kürt
halkının kendi kaderini tayin hakkını tavizsiz olarak savunacağız" (agy, s.
72). "Kürt
halkının kendi kaderini tayin hakkı [sonradan kurtuluşu], yoksul köylülere dayanan
toprak devrimi mücadelesinden ve emperyalizme karşı mücadeleden koparılamaz"
(agy, s. 73). "Kürt
halkına karşı yürutülen milli düşmanlık ve eritme politikası...
"(Kızıl Siyasi İktidar Kurulması Meselesi Üzerine). "Kürt
halkına uygulanan milli baskılarla mücadele..." (agy). "Kürt
halkının kaderinin tayin hakkını savunmaya ısrarla devam etmeliyiz" (agy). Eski
adıyla Proleter Devrimci AYDINLIK (PDA), yeni adıyla Şafak revizyonizminin yeni dönemde,
yani 26 Nisan 1971 sıkıyönetiminden beri milli meselede ileri sürdüğü tezlerin
hemen hepsi bunlardır. Milli meselede sıkıyönetim öncesi izlenen çizgi üzerinde
durmuyoruz. Çünkü o dönemde koyu bir Türk milliyetçiliğinin, Mihricilikten miras
azgın bir hakim ulus milliyetçiliğinin hüküm sürdüğü, hareketle ilgisi olan hemen
herkesin malumudur. Şimdi, milliyetçiliğin daha ince ve aldatıcı biçimleri geliştirilmiştir
ki, bugün mücadele edilmesi ve çürütülmesi gereken bunlardır. Bu
tezler üzerinde duralım: 2.
Milli Baskı Kime Uygulanıyor? Şafak
revizyonizmine göre milli baskı, Kürt halkına uygulanmaktadır. Bu,
milli baskının ne olduğunu anlamamaktır. Milli baskı, ezen, sömüren ve hakim
milletlerin hakim sınıflarının, ezilen bağımlı ve uyruk milletlere uyguladığı
baskıdır. Türkiye’de milli baskı, hakim Türk milletinin hakim sınıflarının,
sadece Kürt halkına değil, bütün Kürt milletine, sadece Kürt
milletine de değil, bütün azınlık uyruk milliyetlere uyguladığı
baskıdır. Halk
ve millet aynı şeyler değildirler. Halk kavramı, bugün genel olarak işci
sınıfını, yoksul ve orta halli köylüleri, yarı-proleterleri ve şehir küçük-burjuvazisini
kapsar. Geri ülkelerde, halk sınıfların bir de emperyalizme, feodalizme ve komprador
kapitalizmine karşı,demokratik halk devrimi safında yer alan milli burjuvazinin
devrimci kanadı girer. Oysa millet, hakim sınıflar da dahil, bütün sınıf
ve tabakaları içine alır. "Millet [veya ulus]; dil, toprak,
iktisadi yaşantı birliğinin ve ortak kültür biçiminde beliren
ruhi Şekillenme birliğinin hüküm sürdüğü, tarihi olarak meydana gelmiş
istikrarlı bir topluluktur" (Stalin). Aynı dili konuşan, aynı toprak
üzerinde oturan, iktisadi yaşantı birliği ve ruhi şekillenme birliği içinde olan
bütün sınıf ve tabakalar, milletin kapsamına dahildirler. Bunların içinde devrimden
menfaati olan, devrim safında yer alan sınıf ve tabakalar olduğu gibi, devrime düşman
olan ve devrimle karşı-devrim arasında bocalayan sınıf ve tabakalar da vardır. Halk,
her tarihi dönemde devrimden menfaati olan, devrim safında yer alan sınıf ve
tabakaları ifade eder. Halk, belirli bir tarihi dönemde ortaya çıkan ve sonra yokolan
bir topluluk olmayıp, her tarihi dönemde mevcut olan bir topluluktur. Oysa millet,
kapitalizmle birlikte, "kapitalizmin yükselme çağı"nda ortaya çıkmıştır;
sosyalizmin ileri bir aşamasında yok olacaktır. Halkın
kapsamı, her devrim aşamasında değişir. Oysa milletin kapsamı, devrim aşamalarına
bağlı değildir. Bugün
Kürt halkı kavramına Kürt işçileri, Kürt yoksul ve orta halli
köylüleri, şehir yarı-proleterleri, şehir küçük-burjuvazisi ve kürt
burjuvazisinin demokratik halk devrimi saflarına katılacak olan devrimci kanadı girer.
Oysa Kürt milleti kavramına, bu sınıf ve tabakalardan başka, Kürt
burjuvalarının diğer bütün kesimleri ve Kürt toprak ağaları da girer. Bazı çok
bilmiş akıldaneler, toprak ağalarının milletten sayılamayacağını iddia ediyorlar.
Hatta bunlar Kürt bölgesinde toprak ağalarının mevcut olması sebebiyle Kürtlerin
henüz bir millet teşkil etmediği kerametini de yumurtluyorlar. Bu, korkunç bir
demagoji ve safsatadır. Toprak ağaları aynı ortak dili konuşmuyor mu? Aynı toprak
üzerinde oturmuyor mu? Aynı iktisadi yaşantı birliği ve ruhi şekillenme bırliği içinde
bulunmuyor mu? Hem sonra milletler, kapitalizmin gelişmesinin son sınırına
ulaşmasıyla değil, kapitalizmin şafağında ortaya çıkarlar.
Kapitalizmin bir ülkeye, bir bölgeye belli ölçülerde girmesiyle ve o ülkede, o
bölgede pazarları belli ölçüde birleştirmesiyle, millet olmanın diğer
şartlarını bir arada taşıyan topluluklar artık millet haline gelmiş sayılırlar
Eğer öyle olmasaydı, kapitalist gelişmenin sınırlı olduğu bütün geri
ülkelerdeki ve bölgelerdeki istikrarlı toplulukları milletten saymamak gerekirdi. Çin’de
1940’lara kadar oldukça kuvvetli bir feodal parçalanma mevcuttu; bu mantığa göre
Çin’de daha önce milletlerin varlığını kabul etmemek gerekirdi. 1917 Devrimi’ne
kadar Rusya’nın geniş kırlık bölgelerinde feodalizm kuvvetle mevcuttu; bu anlayışa
göre Rusya’da milletlerin göre, iktisaden geri bölgelerde ve ülkelerde milletlerin
varlığını kabul etmemek gerekmektedir. Kürtlerin bir millet teşkil etmedigini ileri
süren tez, besbelli ki baştan sona saçmadır, gerceklere aykırıdır ve pratikte de
zararlıdır. Zararlıdır çünkü, böyle bir tez, ancak ezen, sömüren ve hakim
milletlerin hakim sınıflarının işine yarar. Onlar böylece ezilen, bağımlı ve
uyruk milletlere uyguladıkları milli baskıyı ve zulmü, kendi lehlerine varlığını
kabul etmemek gerekirdi. Türkiye’de mesela, Kurtuluş Savaşı yıllarında bugünkünden
çok daha kuvvetli olarak feodalizm mevcuttu; bu anlayışa göre o yıllarda Türkiye’de
hiçbir milletin var olmadığını kabul etmek gerekirdi. Bugün dünyanın iktisaden
geri ve ezilen bölgelerinde ve ülkelerinde, Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da
değişen ölçülerde feodalizm mevcuttur; bu anlayışa olan bütün imtiyazları ve
eşitsizliği haklı çıkaracak bir gerekce bulmuş olurlar. Böylece proletaryanın,
milletlerin eşitliği uğruna, milli baskıların, imtiyazların vs... kalkması uğruna
yürütmesi gereken mücadele suya düşmüş olur. Milletlerin kendi kaderini tayin
hakkı suya düşmüş olur. Emperyalistlerin, geri milletleri sömürgeleştirmesi,
onların içişlerine burnunu sokması, kendi kaderini tayin hakkını alçakça çiğnemesi,
"onların bir millet teşkil etmediği" gerekçesiyle meşrulaştırılmış
olur. Aynı şekilde, çok milletli devletlerde, hakim milletin uyruk milletler
üzerindeki her türlü zulmü ve zorbalığı meşrulaştırılmış olur. Toprak
ağalarının bulunması halinde milletten söz edilemeyeceğini iddia edenler,
emperyalizmin ve hakim milletlerin borusunu öttürmektedirler. Türkiye’de Kürtlerin
bir millet teşkil etmediğini iddia edenler, Türk hakim sınıflarının borusunu
öttürmektedirler. Bilindiği gibi Türk hakim sınıfları da Kürtlerin bir millet
olmadığ’nı iddia etmektedir. Bunlar
Türk hakim sınıflarının imtiyazlarını savunmak suretiyle çeşitli milliyetlere
mensup emekçi halk kitleleri arasındaki güveni, dayanışmayı ve birliği alçakça
sabote etmektedirler. Çözülmemiş
bir feodalizm şartlarında yaşayan bir topluluk, elbette millet olarak nitelendirilemez.
Ama bugün dünyanın neresinde böyle bir feodalizm mevcuttur? Kapitalizm daha 19. yüzyılın
sonunda ve 20. yüzyılın başında ezilen Doğu Avrupa’nın, Asya’nın, Afrika’nın,
Latin Amerika’nın hayatına sessizce girmiş oralarda ulus çapında pazarları bir
ölçüde birleştirerek iktisadi yaşantı birliğini sağlamış, milletlerin teşekkülüne
yolaçmış bulunuyordu. Bugün millet haline gelmemiş kabile toplulukları,
dünyanın bazı bölgelerinde ve çok sınırlı bir alanda mevcuttur ki, bunlar, söz
edilmeye değmeyecek kadar azdır. Özetlersek: Türkiye’de
Kürtlerin bir millet teşkil ettiği, gözü, azgın Türk şovenizmiyle karartılmamış
olan herkesin kabul edeceği tartışılmayacak kadar açık bir gerçektir. Kürt işçileri,
yoksul ve orta halli köylüleri, yarı -proleterleri, şehir küçük burjuvazisi,
bütün Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları Kürt milletinin kapsamına dahildirler. Milli
baskı-sadece Kürt halkına değil, Türk hakim sınıflarıyla her
bakımdan kaynaşmış bir avuç büyük feodal bey ve üç - beş büyük burjuva hariç,
bütün Kürt milletine uygulanmaktadır. Kürt işçileri, köylüleri, şehir küçük -
burjuvazisi, küçük toprak ağaları milli baskıdan acı çekmektedir. Hatta
milli baskıların esas hedefi, ezilen, bağımlı ve uyruk milletin burjuvazisidir.
Çünkü hakim millete mensup kapitalistler ve toprak ağaları, ülkenin bütün
zenginliklerinin ve pazarlarının rakipsiz sahibi olmak isterler. Devlet kurma
imtiyazlarını ellerinde tutmak isterler. Diğer dilleri yasaklayarak, pazar için son
derece gerekli olan "dil birliği"ni sağlamak isterler. Ezilen milliyete mensup
burjuvazi ve toprak-ağaları, bu emellerin önüne önemli bir engel olarak dikilir.
Çünkü o da kendi pazarına kendisi sahip olmak, bu pazarı dilediği gibi kontrol
etmek, maddi zenginlikleri ve halkın işgücünü kendisi sömürmek ister. İki
milletin burjuva ve toprak ağalarını birbirine düşüren güçlü ekonomik etkenler
bunlardır; hakim millete mensup burjuva ve toprak sahiplerinin ardı arkası kesilmeyen
milli baskılara girişmesi buradan gelir; milli baskıların, ezilen ulusun burjuva ve
toprak ağalarına da yönelmesi buradan gelir. Bugün
faşist sıkıyönetim, Diyarbakır hapishanesıni Kürt burjuvalarının ve küçük
toprak ağalarının sözcüsü demokrat Kürt aydınlarıyla, gençleriyle doldurmuştur(*).
Bugün küçük toprak ağaları ve bir kısım Kürt din adamları da zindanlardadır.
Veya zındanlara tıkılmak için aranmaktadır. Bir
avuç büyük toprak ağasına, onların yaltakçılarına ve üç - beş büyük
burjuvaya gelince: Bunlar öteden beri Türk hakim sınıflarıyla ittifak kurmuşlardır.
Her türlü imtiyaz, Türk hakim sınıfları gibi bunlara da açıktır. Ordu, jandarma
ve polis bunların da hizmetindedir. Kemal Burkay şöyle diyor: "Feodal
beyler, eski hükümranlık iddialarını terketmişler; yani onlar, artık bazı küçük
krallıkların tek hakimi olma inatçılığını bırakmışlar, buna karşılık
burjuvaziyle ekonomik ve politik alanda işbirliği kurmuşlar. Ağalar, ağa - dedeler,
hatta ,seyhler ticaret yapıyorlar, topraklarını traktörle işletiyorlar, banka
kredilerinde aslan payı onların. Encümen azası, belediye başkanı, mebus, bakan da
oluyorlar. Partiler, onların avuçlarında. Şimdi ‘Kürdistan Emirliği’ davası güden
bir Şeyh Sait yok; ama meclislerde grup sözcülüğü filan yapan ‘doçent şeyhler’
var... Şimdi, Dersim dağlarında hüküm ferman bir Seyit Rıza yok; ama aynı
dağlardan çıkan ve önce İskenderun’a, oradan da İtalya’ya Amerika’ya
sevkedilen krom madeninin ulaşımından önemli miktarda komisyon alan bir torunu var. Ve
doğulu feodalite kalıntıları (*)
Yazı 12 Mart Sıkıyönetim faşizminin bütün şiddetiyle hüküm sürdürğü Haziran
1972 tarihinde yazılmıştır. Sıkıyönetim Kürt bölgesinde resmen Diyarbakır ve
Siirt’te ilan edilmişti, ama gerçekte bütün Kürt bölgesinden uygulanıyordu. Bu bölgedeki
sıkıyönetimin merkezi Diyarbakır’da idi (Yayıncı). şimdi bürokrasiyle rahat anlaşıyorlar;
o günden bu yana kravata ve fötr şapkaya alıştılar". Kemal
Burkay’ın belirttiği şeyler, büyük toprak ağaları ve üç - beş büyük burjuva
ve bunların yaltakçıları için doğrudur ama, onun göstermek istediği gibi, bütün "feodal
kalıntılar" için ve bütün Kürt burjuvazisi için asla doğru değildir.
Küçük toprak ağalarının ve Kürt burjuvalarının çok büyük bir kısmı, Türk
hakim sınıflarının milli baskısına maruz kalmaktadırlar. Bunlar, hatta büyük
Kürt feodal beylerinin de baskısına maruz kalıyorlar. Bir avuçluk büyük toprak ağaları,
küçük toprak ağalarından zorla ve baskıyla büyük haraçlar alıyor. Küçük
toprak ağalarının ve Kürt burjuvazisinin, büyük feodal beylere ve bunların yaltakçılarına
öfkelenmesi, işte bu iki sebebe dayanıyor. Bizzat Kemal Burkay’ın bunlara gösterdiği
tepki de burdan geliyor. Kemal Burkay, "Türk burjuvalarıyla" tamamlaşan
"feodal kalıntıların" dışında, homojen bir "Doğu halkı"ndan sözediyor.
Bunların içine Kürt burjuvalarının ve küçük toprak ağalarının da girdiğini
ustalıkla gözden saklayarak ("Doğu halkıyla şeyh, ağa, ağa dede ve
işbirlikçi burjuvalar gibi tutucu unsurlar dışındaki tüm halkı kastediyorum").
Böylece, Kürt proletaryasıyla, yarı - proletaryasıyla ve yoksul ve aşağı orta
halli köylüleriyle Kürt burjuvaları ve küçük toprak ağaları arasındaki çelişki
de göz ardı edilmiş oluyor. Kürt burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının kendi
sınıf emelleri, proleter, yarı proleter unsurların ve yoksul köylülerin emelleriyle
bir ve aynı gibi gösterilmiş oluyor. şimdilik
özet olarak şunu belirtelim ve geçelim: Kürt işçileriyle, yarı - proleterleriyle,
yoksul ve orta köylüleriyle, şehir küçük - burjuvazisiyle birlikte Kürt burjuvazisi
ve küçük toprak ağaları da milli baskıya maruzdur. Ve Kürt milli hareketinin saflarını
bu sınıflar teşkil ediyor. Milli baskılara karşı birleşen bu saflardaki her bir
sınıfın elbette kendine has emelleri ve hedefleri de var. Biz bunlardan neyi, nereye
kadar destekleyeceğimizi ilerde belirteceğiz. şafak
revizyonistleri, milli baskının sadece Kürt halkına uygulandığını ileri sürmekle
şu iki yanlıştan birine düşmektedir: Ya bu KÜRT HALKI ifadesi doğru olarak
kullanılmakta, bütün Kürt burjuvazisi ve küçük toprak ağaları bunun içine dahil
edilmemektedir; bu takdirde Kürt burjuvalarına ve küçük toprak ağalarına uygulanan
milli baskı gözlerden saklanmakta; bu baskı dolaylı olarak tasvip edilmekte, böylece
Türk milliyetçiliği çizgisine düşülmektedir; ya da Kürt halkı kavramına yanlış
olarak bütün Kürt burjuvazisi ve küçük toprak ağaları da dahil edilmektedir; bu
takdirde milli baskının yanında bir de sınıfsal baskı altında olan Kürt halkı
üzerindeki katmerli baskı gözlerden saklanmakta, milli hareketle sınıf hareketi, bir
ve aynı şey gibi gösterilmekte, böylece Kürt milliyetçilerinin çizgisine düşülmektedir. Ayrıca,
Kürt milletinin dışında da, bir ulus teşkil etmeyen azınlık milliyetler vardır ve
bunlar üzerinde de dillerini yasaklamak vb. şeklinde milli baskı uygulanmaktadır.
Şafak revizyonistleri bu noktayı tamamen bir kenara bırakıyorlar. 3.
Milli Baskının Amacı Nedir? Şafak
revizyonistlerine göre milli baskının amacı "Kürt halkını
yıldırmak"tır. "Amerikancı iktidarlar, ağır zulüm ve işkencelere Kürt
halkını yıldırmak için girişmiştir" (abc). Elbette Amerikancı
İktidarların bir amacı da, Kürt halkını yıldırmaktır. Hatta onların Türk halkı
ve genel olarak Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Arap, Laz vs. vs. bütün Türkiye halkı
üzerindeki baskılarının amacı da halkı yıldırmaktır. Ama milli baskının amacı
bu mudur? Öyle olsaydı Kürt burjuvazisine ve küçük toprak ağalarına yapılan
baskı nasıl izah edilebilırdi? Kürtçeyi yasaklamanın ne anlamı kalırdı? Eğer
öyle olsaydı, Amerikancı iktidarların Türk halkına uyguladığı baskıyla Kürt
halkına uyguladığı baskı arasında ne fark kalırdı? Çünkü Amerikancı
iktidarlar, Türk halkını da yıldırmak istiyorlar ve bu amaçla ona da ağır zulüm
ve işkencelere girişiyorlar. Sıkıyönetim mahkemeleri, yüzlerce devrimci Türk işçisiyle,
köylüsüyle, aydınıyla dolu. 15 - 16 Haziran olaylarından sonra, yüzlerce Türk işçi
polis tarafında hunharca işkencelere uğratıldı. Toprak işgal eden Türk
köylülerinin karakollarda pestili çıkartıldı. Önderler zindanlara tıkıldı. O
halde Amerikancı iktidarın amacı, "KÜRT HALKINI yıldırmak"tan ibaret
değildir. Bu, bütün gerici iktidarların, milliyetine bakmaksızın bütün emekçilere
karşı uyguladığı politikadır. Onun ötesinde, sadece "Kürt halkı"
değil, bütün Kürt milleti (bir avuç büyük feodal beyler hariç), sadece "yıldırmak"
için değil, aynı zamanda daha esaslı bir amacı gerçekleştirmek için de
"zulüm ve işkencelere" uğratılır. Bu amaç nedir? Bu amaç, en genel
ifadesiyle ülkenin bütün pazarlarının maddi zenginliklerinin rakipsiz hakimi
olmaktır. Yeni imtiyazlar edinmek, eski imtiyazları en son sınırına kadar
genişletmek ve kullanmaktır. Bunun için hakim ulusun burjuvaları ve toprak ağaları,
ülkenin siyasî sınırlarını muhafaza etmek yolunda, ayrı milliyetlerin yaşadığı
bölgelerin ülkeden kopmasına her ne surette olursa olsun engellemek yolunda büyük
çaba gösterirler. Ticaretin en geniş ölçüde gelişebilmesi için gerekli şartlardan
biri de dil birliğidir. Bu amaçla hakim ulusun burjuvaları ve toprak ağaları, kendi
dillerinin bütün ülkede konuşulmasını isterler ve hatta bunu zorla kabul ettirmeye
çalışırlar. Stalin yoldaşın ifadesiyle "pazara kim hakim olacaktır?"
Meselenin özü budur, "Milli birlik", "devletin ülkesi ve milliyetiyle bölünmez
birliği ve bütünlüğü", "toprak bütünlüğü" şiarları,
burjuvazinin ve toprak ağalarının bencil çıkarlarının, "pazar"a
kayıtsız şartsız hakim olma arzularının ifadesidir. Stalin
yoldaş şunu da ilave ediyor: -"Ama
iş her zaman pazarda bitmez. Mücadeleye, ‘zorbalık ve aktif savunma’ metotlarıyla
hakim ulusun yarı - feodal, yarı burjuva bürokrasisi de gelir katılır... ‘Güçler’
birleşmekte ve ezilen ulus burjuvazisine karşı bir sürü kısıtlayıcı tedbirlerin
uygulanması başlamaktadır, kısaca bir süre sonra soysuzlaşarak baskı biçimine
bürünen tedbirler... Mücadele iktisadi alandan siyasi alana aktarılır. Gezi
özgürlüğünün kısıtlanması, dilin konuşulmasına karşı çıkarılan engeller,
seçim haklarının kısıtlanması, okul sayısının azaltılması, dini örf ve
adetlerin uygulanmasına karşı çıkarılan engeller vb., rakibin başına yağmaya
başlar. Hiç şüphe yok ki, bu gibi tedbirler hakim ulusun burjuva sınıflarının çıkarlarına
yaramakla kalmaz, aynı zamanda belirli amaçlar da güder. Hakim bürokrasinin kast
amaçları" (Marksizm ve Milli Mesele, s. 24). Hakim
ulusun burjuvazisinin ve toprak ağalarının "pazar" için, hakim bürokrasinin
"kast amaçları" için uyguladığı milli baskılar, demokratik hakların
gaspına ve kitle katliamlarına (yani jenoside = soykırıma) kadar uzanır. Türkiye’de
jenosidin de birçok örnekleri vardır. Azınlık
milliyetlerin emekçilerine yapılan baskı, böylelikle katmerli bir nitelik kazanır.
Birincisi, sınıfsal amaçlarla, daha çok sömürmek ve sınıf mücadelesini bastırmak
için emekçilere yapılan sınıfsal baskı; ikincisi,
yukarda belirttiğimiz amaçlarla, yani milli amaçlarla azınlık milletin ve
milliyetlerin hemen bütün sınıflarına uygulanan milli baskı. Komünistler,
bu iki baskıyı birbirinden ayırdetmek zorundadırlar. Çünkü mesela, Kürt burjuva ve
küçük toprak ağaları ikinci çeşit baskıya karşı çıkarken, birinci çeşit
baskıya taraftardır. Biz ise, her iki baskıya da karşıyız. Milli baskının ortadan
kalkması için, Kürt burjuva ve kücük toprak ağalarının mücadelesini destekleriz;
ama öte yandan, sınıfsal baskının ortadan kalkması için onlarla da mücadele etmek
zorundayız. Şafak revizyonistleri, milli baskıyla sınıfsal baskıyı bir ve aynı
şey gibi göstermektedir. İki ihtimal vardır: Ya Şafak revizyonistleri halk kavramı içine
Kürt burjuvazisini ve toprak ağalarını katmamakta, bu kavramı doğru olarak
kullanmaktadır; o takdirde, Kürt burjuva ve küçük toprak ağalarının milli
baskıya-karşı mücadelesinin demokratik muhtevasını inkar etmek gibi Türk
milliyetçiliğinin işine yarayacak sonuca varmaktadırlar. Ya da, Şafak revizyonistleri,
yanlış olarak, Kürt burjuvazisini ve küçük toprak ağalarını da halk kavramı içinde
düşünmektedir; o takdirde, Kürt burjuvazisine ve küçük toprak ağalarına karşı Kürt
işçilerinin ve diğer emekçilerin mücadelesini gözardı etmekte, Kürt milliyetçiliğinin
değirmenine su taşımaktadırlar. İkisinden biri! Her iki halde de, Türk ve Kürt
emekçilerinin birliği baltalanmakta, mücadelesi zarar görmektedir. Kürt
halkına yapılan sınıfsal baskıyla Kürt milletine yapılan milli baskıyı
birbirinden ayırmak son derece önemlidir. Yukarda belirttiğimiz gibi, bu iki baskının
mahiyetleri, biçimleri başka başka olduğu gibi, amaçları da başka başkadır. 4.
Emperyalizmin Irkçılık Politikası. Yerli Hakim Sınıfların Irkçılık Politikası: Şafak
revizyonistleri, iki farklı şeyi, emperyalizmin ırkçılık politikasıyla yerli hakim
sınıfların ırkçılık politikasını birbirine karıştırmaktadır. "Türkiye
halklarını birbirine düşman etmek ve ezmek amacını güden emperyalizmin ırkçılık
politikası"ndan bahsetmektedir. Emperyalizmin, "Türkiye halklarını birbirine
düşman etmek ve ezmek" istediği, bu alçak emeller için her fırsattan, her
imkandan yararlanmak istediği açıktır. Ama bu emelleri için bizzat kendisinin ırkçılık
politikası güttüğü, sadece saçmadır. Türkiye’de
ırkçılık politikası, yerli hakim sınıfların politikasıdır; burjuvazinin siyasi
bakımdan en geri kesimlerinin ve feodalizmin politikasıdır; feodal ve feodal - burjuva
eğilimidir. Bu karakterinden dolayı ırkçılık politikası, tutarlı burjuva
demokratizminin bile düşmanıdır. Türkiye’de bu akımın en aşırı temsilcisi,
Hitler taslağı Türkeş ve onun partisidir. AP, MGP, CHP ve benzer partilerde ırkçılık
politikası, taraftarlığı çok kuvvetli olarak mevcuttur. Irkçılık politikası
diğer millet ve milliyetleri, feodal sopayla ezme, sindirme, yoketme politikasıdır. Türkiye’de
Kürt ulusuna ve diğer azınlık milliyetlere karşı ırkçılık politikası güdenler,
işte bu feodal ve feodal - burjuva sınıflar ve onların siyasi partileri,
iktidarlarıdır. Emperyalizm, menfaatlerine elverdiği yerde, bu sınıfların ırkçılık
politikasını kışkırtır ve destekler; menfaatlerine elvermediği yerde bu
politikanın karşısına çıkar; bir yerde desteklerken bir başka yerde karşısına çıkabilir.
Mesela Türkiye’de hakim olan, Türk hakim sınıflarını kandisine bağlamış olan
ABD emperyalizminin Türk ırkçılığını körüklemekte ve desteklemekte menfaati vardır
ve bu görevini(!) seve seve ve fazlasıyla yapıyor. Mesela?? Sovyet sosyal -emperyalizmi
bugün Türkiye’ye hakim olmadığı için, Türk ırkçılıgının karşısındadır,
ama Pakistan’da Bengaldeş ırkçılığını şahlandırmakta katiyen tereddüt
etmemekte?? dir. Türkiye’de ise yarın, bütününe sahip olamazsa, parçayı koparmak
üzere ve milletlerin kendi kaderini tayin hakkını ya da ezilen milletin kurtuluş mücadelesini
destekleme maskesi altında, kendi denetiminde gerici bir Kürt milliyetçiliğini yada
ırkçılığını desteklemeyeceğinin hiç bir garantisi yoktur.?? Emperyalizmin
bizzat güttüğü ırkçılık politikası ise bambaşkadır. Faşist Hitler köpeğinin,
Alman ırkının dünyada en üstün ırk olduğu dünyaya hükmetmek için yaratıldığı
zırvaları, ABD emperyalizminin ve Sovyet sosyal - emperyalizminin güttüğü
"büyük devlet şovenizmi", dünyanın ezilen halklarını ve milliyetlerini küçümsemeleri
ve onların içişlerine hayasızca burunlarını sokmaları, müdahale etmeleri;
emperyalizmin ırkçılık politikasının tezahürleri de işte bunlardır. Şafak
revizyonistleri, sapla samanı birbirine karıştırmıştır. Türk hakim sınıflarının
ırkçılık politikasını gözden saklamakla Şafak revizyonistleri kimi kurtarmak
istiyor? Irkçılık
dışardan sokulan bir şey değildir, ama dışardan desteklenebilir. Irkçılığın
dayandığı sosyal sınıflar ve zümreler vardır. Emperyalizm, işine geldiği zaman ve
yerde bu sınıfların ırkçılık politikasını kışkırtır ve destekler. Bu sınıf
ve zümreler sadece Türkler arasında değil, Kürtler arasında da vardır ve yukarda da
değindiğimiz gibi hiç şüpheniz olmasın, emperyalizm, işine geldiği anda onu
kışkırtmakta ve desteklemekte de hiç tereddüt etmeyecektir. Bu sebeptendir ki, ırkçılığa
karşı yürütülecek mücadele, her şeyden önce bu sınıf ve zümrelere karşı yürütülecek
mücadeledir; proletarya hareketinin en önemli görevlerinden biri, bunları emekçi
halka teşhir etmektir; bunun yanında ve buna bağlı olarak, emperyalizmin bizzat güttüğü
ırkçılık politikasını da teşhir etmektir;
çeşitli ulusların arasındaki ırkçılığı nasıl ahlaksızca kışkırttığını
ve desteklediğini de teşhir etmektir; emekçiler arasında "demokratizmin ve dünya
işçi hareketinin uluslararası kültürünü" yaymaktır. Bu
nedenlerle iflas eden, iflas etmesi gereken ve tamamen iflas edecek olan sadece
"emperyalizmin ırkçılık politikası" değil, emperyalizmin ve yerli
gericiliğin ırkçılık politikasıdır. Yukardaki
harika formülasyon, sadece yerli ırkçıların işine yarar. Bir de proletaryanın mücadele
bilincini karartmaya... 5.
Türkiye’de Milli Baskının Şampiyonları ve Onların Suç Ortakları: Ülkemizde
milli baskının asıl şampiyonları, komprador nitelikteki Türk büyük burjuvazisi ve
toprak ağaları sınıfıdır. ABD emperyalizmi, bunların milli baskı politikasını ve
ırkçılık politikasını desteklemekte ve kışkırtmaktadır. Ama aynı suça, yani
milli baskılara, daha sinsi ve daha ince metotlarla, milli karakter taşıyan Türk orta
burjuvazisi de iştirak etmektedir. Lenin yoldaşın deyimiyle bunlar: "Bütün
siyasi meselelerde olduğu gibi diller meselesinde de [tabii milli meselenin her
alanında] bir elini (açıkça) demokrasiye uzatan ve öteki elini (arkalarında)
gericilere ve polis ajanlarına uzatan ikiyüzlü bezirganlar gibi davranmaktadırlar." Doğan
Avcıoğlu’na, Ecevit’e ve bütün oportünistlerimize, M. Belli’ye, H. Kıvılcımlı’ya
bakın! Lenin’in bu tanımına nasıl da uyuyorlar. Bunlar, bir yandan iktidarın
elindeki feodal sopaya, bunun işe yaramayacağını ileri sürerek karşı çıkarken,
öte yandan milli baskının daha ince ve kibar metotlarını tavsiye etmekten kendilerini
alamıyorlar. D. Avcıoğlu feodal sopayı sımsıkı kavramış, azgın ve fanatik Türk
şovenistlerinin dahi savunmaya cesaret edemediği komando zulümlerini, "Bir Komando
Subayı Anlatıyor" (Devrim Gazetesi) başlıklı iğrenç tefrikayla müdafaaya
kalkıştı. Bu zulmü şöyle savunuyor: "Kadınları
askerler aramaktadır. Kadınların aranmasında dedektör kullanılmaktadır. Ağaların
dışında, köylülerin herkesin gözü önünde dövüldükleri doğru değildir.
Soyundurma ve toplu olarak halkı yerlerde süründürme iddiaları asılsızdır. Ancak
yat-kalk talimleri yaptırılmıştır. Ayrıca bazı yerlerde silahlar ve kanun kaçakları
teslim edilmeyince şüpheli kişilerin, etkili bir yol olan karısının ve kendilerinin
soyundurulup teşhir edileceği tehdidiyle korkutulduğu doğrudur. Fakat tehdidin
ötesinde bir şey yapılmamıştır’’. D.
Avcıoğlu ve benzerlerinin bu kaba şovenizmine ve iğrenç suç ortaklığına
karşılık, M. Belli ve benzerleri daha gizli (ama yine de aşikâr) bir Türk
milliyetçiliğinin (Marksizm - Leninizmle maskelenmeye çalışılan bir milliyetçiliğin)
bayrağını olanca gücüyle yüksek tutmakta ve bunu "sosyalistlerin tarihi
görevi" saymaktadır. Türkeş’in ırkçı - turancı faşizminde bile
"olumlu" bir yön bulan M. Belli, Kürt meselesinde şöyle diyor: ‘Türkiye’de
etkin topluluklar için ve özellikle Kürtler için ana dil ve kültür eğitimlerinin,
merkezi, laik, devrimci bir cumhuriyet maarifi
yönetiminde olması gerekli gördüğümüzü belirttik... Tarihi köklere dayanan
Türklerle Kürtler arasındaki kardeşliğin, Türkiye’de ulusal birliğin, Türkiye’nin
toprak bütünlüğünün hangi biçimde olursa olsun baltalanması, hem Türklerin, hem
Kürtlerin gerçek çıkarlarına aykırı sonuçlara varır ve dünyanın bu bölgesinde
emperyalizmin durumunu güçlendirir" (abç). Bu,
hakim millet şovenizminin ta kendisi değil midir? Sözde milliyetlerin eşitliğinden
yana görünüp, gerçekte devlet kurma imtiyazını sadece Türklere tanıyarak, Kürtlerin
devlet kurma hakkını "ulusal birlik", "toprak bütünlüğü" gibi
demagojik burjuva sloganları ile ortadan kaldırmak en adi bir tarzda milliyetler
arasındaki eşitsizliğin ve Türk burjuvazisinin imtiyazlarının savunuculuğunu yapmak
değil midir? Sosyalistler, her hangi bir ulus lehine en ufak bir imtiyaza, bir
eşitsizliğe dahi karşıdırlar. Oysa Türkiye’de ulusal devlet kurma bugüne kadar
bir ulusun, Türk ulusunun bir imtiyazı olagelmiştir ve durum halen de böyledir. Biz
komünistler, hiç bir imtiyazı savunmadığımız gibi, bu imtiyazı da savunmayız,
savunmuyoruz. Kürt milletinin devlet kurma hakkını olanca gücümüzle savunuruz ve
savunuyoruz. Biz bu hakka sonuna kadar saygılıyız; biz, Türklerin Kürtler üzerindeki
(ve başka milliyetler üzerindeki) imtiyazlı durumlarını desteklemeyiz, biz kitlelere
bu hakkı tereddütsüz tanımayı öğretiriz, devlet kurma hakkının her hangi bir
ulusun tekelinde imtiyaz olmasını reddetmeyi öğretiriz. Lenin yoldaş şunu diyor: "Eğer
ulusların ayrılma hakkı sloganını ileri sürmez ve onu savunmazsak, o zaman ezen
ulusun sadece burjuvazisinin değil, ama feodal derebeylerinin ve despotizmin de oyununa
gelmiş oluruz." Bizim
milli karakterdeki orta-burjuvalarımız ve sosyal oportünistlerimiz, bir yandan
imtiyazlara karşıymış gibi bir poz takınırken, öte yandan ve sinsice Türk
burjuvazisi lehine mevcut imtiyazlara dört elle ve kıskançlıkla sarılıyorlar. Bu
ikiyüzlü bezirganlar; bir ellerini (açıkça) demokrasiye uzatırken, öteki ellerini
(arkalarında) gericilere ve polis ajanlarına, azgın ve fanatik Türkeş milliyetçiliğine,
feodal ırkçılığa uzatıyorlar, onlarla suç ortaklığı yapıyorlar. Milli
baskının sadece Kürt halkına uygulandığı ne kadar yanlışsa, milli baskıyı
sadece komprador burjuva ve toprak ağaları iktidarının uyguladığı da o kadar
yanlıştır. Milli karakterdeki Türk orta burjuvaları ve onların temsilcileri (Doğan
Avcıoğlular, İIhan Selçuklar, onların izinde yürüyen bilumum Türk
milliyetçileri), bunlardan en ufak bir farkı olmayan oportünistlerimiz (M. Belli, H. Kıvılcımlı,
Aren -Boran oportünistleri ve daha sinsi olan Şafak revizyonistleri) milli baskının
uygulanmasında Türk komprador burjuvazisinin ve toprak ağalarının suç ortaklarıdır,
Bunların sinsi milliyetçiliğiyle de mücadele edilmeden, Türk işçileri ve
emekçileri üzerinde, bu milliyetciliğin izleri de silinmeden çeşitli milliyetlere
mensup işçiler ve emekçiler arasında, karşılıklı güven, birlik ve dayanışma
sağlanamaz. 6.
Halk Hareketi" ve Milli Hareket: Milli
baskının sadece Kürt halkına uygulandığını, milli baskının amacının Kürt halkını
yıldırmak olduğunu iddia eden Şafak revizyonistleri, milli baskılara karşı gelişen
Kürt milli hareketini de, halk hareketi olarak görmektedir. "Kürt
halkı, ağır milli baskı ve eritme politikasına karşı mücadele bayrağını
kaldırmıştır". "Kürt halkının, demokratik haklar,
milliyetlerin eşitliği ve kendi kaderini tayin için giriştiği mücadele..." Oysa
halk hareketiyle milli hareket bambaşka şeylerdir. Halk hareketi, her tarihi dönemde,
ezilen kitlelerin, kendilerini ezen yukardaki sınıflara karşı, hem kısmi talepler
uğruna, hem de bizzat yönetici sınıfları devirmek için giriştikleri mücadelenin adıdır.
Halk hareketi, ezilen kitlelerin sınıf hareketidir. Tarihin ilk dönemlerinden
beri halk hareketleri vardır. Halk hareketleri, emperyalizm çağında ve
"emperyalizmin toptan çöküşe, sosyalizmin bütün dünyada zafere ilerlediği"
çağımızda proletaryanın bilinçli önderliğiyle birleşmekte, kitlelerin sömürüden
ve zulümden kesin kurtuluşuna doğru ilerlemektedir. Oysa milli hareket, birinci olarak,
sınırları belli bir tarihi alana yerleşmiştir. Lenin yoldaşın işaret ettiği gibi
Batı Avrupa’da milli hareketler, aşağı yukarı 1789 ile 1871 arasında, oldukça
belli bir dönemi kapsar. "İşte bu dönem, milli hareketler ve milli devletlerin
kuruluş dönemidir". Doğu Avrupa’da ve Asya’da ise milli hareketler, ancak 1905
yılında başlamıştır. İkinci
olarak, milli hareketlerin tabii eğilimi, milli devletlerin kurulması yönündedir. 1789
- 1871 döneminin sonuna doğru Batı Avrupa, yerleşik bir burjuva devletler sistemine dönüşmüştür;
ve bu devletler (İrlanda hariç) kural olarak, milli bütünlüğü olan devletlerdir
(Lenin). Doğu Avrupa’da ve Asya’da 1905’lerde başlayan milli hareketlerin tabii
eğilimi de, yine milli devletlerin kurulması yönündedir. "Rusya’da,
İran’da, Türkiye’de, Çin’de devrimler, Balkan savaşları... Doğu’da bizim
dönemimizin dünya olayları zincirini bunlar teşkil eder. Ve bu olaylar
zincirinde milli bağımsızlığa ve milli bütünlüğe sahip devletler kurma yönünde
(abc,), koca bir dizi (altını çızen Lenin) burjuva - demokratik milli
hareketin belirdiğini görmemek için insan kör olmalıdır..." (Lenin). Niçin,
milli hareketlerin tabii eğilimi milli devletlerin kurulması yönündedir? Çünkü,
milli hareketler kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Ve
kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelmıştir. "Bütün
dünyada kapitalizmin feodal düzenen karşı nihai zaferinin sağlandığı dönem, milli
hareketleri de birlikte getirmiştir. Meta üretiminin tam bir zafer kazanabilmesi için,
burjuvazi, iç pazarı ele gecirmek zorundadır. Bundan başka, siyasi düzeyde birleşmiş,
halkı tek dil konuşan topraklara ihtiyaç vardır: bu topraklar üzerinde o dilin gelişip
edebiyatta yer etmesini önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmış olmalıdır. Dil
insanlar arasında en önemli ilişki aracıdır. Dil birliği ve dilin hiç bir engelle
karşılaşmadan gelişmesi, çagdaş kapitalizmin gerektirdiği çapta gerçekten serbest
ve yaygın bir ticaret için; halkın ayrı sınıflarda serbestçe ve yaygın olarak
gruplaşması için; ve nihayet pazarla büyük ya da küçük her bir mülk sahibi arasında
ve satıcıyla alıcı arasında sıkı bir bağın kurululabilmesi için en önemli
şartlardır". "Dolayısıyla
her milli hareketin tabii eğilimi, milli devletlerin kurulması yönündedir. Çağdaş
kapitalizmin ihtiyaçlarını en iyi bu devletler karşılar. En köklü ekonomik etkenler
bu yönde işler ve o yüzden bütün Batı Avrupa için, hatta bütün medeni dünya
için milli devlet, kapitalist dönemde tipik ve normaldir."?? "Karışık
milletlerden meydana gelen devletler (milli devletlerden ayrı olarak çok milletli
devletler diye bilinen devletler), ‘her zaman’ iç yapıları şu ya da bu nedenlerle
normal ya da az gelişmiş (geri) devletlerdir (Lenin). Üçüncü
olarak, milli hareket "özünde her zaman burjuvazisinin damgasını taşımakta ve
her şeyden önce burjuvazi için yararlı, onun tarafından özlenilir bir hareket
olmaktadır" (Stalin). Stalin
yoldaş şöyle demektedir: "Her
yandan sıkıştırılan ezilen ulusun burjuvazisi tabii harekete geçer. Kendi halkına
hitap eder ve kendi özel davasını bütün halkın davasıymış gıbi göstererek
bütün avazıyla ‘vatan’ diye bağırmaya başlar. Kendi ‘vatandaşları’
arasında, ‘vatan’ için bir ordu toplar ve ‘halk’bu çağrılara her zaman
Kayıtsız kalmaz. Burjuvazinin bayrağı çevresinde toplanır. Yukarıdan gelen baskı
onu da ezer ve hoşnutsuzluğuna sebep olur. "Ve
işte ulusal hareket böyle başlar. Ulusal hareketin gücü, bu harekete ulusun geniş
tabakalarının, proletarya ile köylülerin katılma derecesiyle orantılıdır". Stalin
yoldaş, ulusal harekete, işçilerin ve köylülerin hangı şartlar altında
katıldıldılarını tahlil ettikten ve "bilinçli proletaryanın denenmiş olan
kendi bayrağı vardır ve onun, burjuvazinin bayrağı altında safa girmesinin gereği
olmaz" dedikten sonra şöyle devam ediyor: "Yukardaki
söylediklerimizden cıkan açık sonuç şudur ki, yükselen kapitalizm
şartlarında ulusal savaş, burjuva sınıflar arasındaki bir savaştır. Bazen
burjuvazi ulusal harekete proletaryayı da sürükleyebilmekte ve o zaman ulusal hareket görünüşte
(altını çizen Stalin], ama yalnız görünùşte, bir ‘genel halk hareketi’
karakteri kazanmaktadır. Ama bu hareket özünden altını çizen Stalin
her zaman burjuvazinin damgasını taşımakta ve her şeyden önce burjuvazi için yararlı
ve onun tarafından özlenilir bir hareket olmaktadır" (Stalin, Marksizm ve Milli
Mesele, s. 24-25-26). Stalin
yoldaşın da hemen eklediği gibi "bundan, proletaryanın, milliyetlerin ezilmesi
politikasına karşı savaşmaması gerektiği sonucu asla çıkarılmamalıdır"
Hayır, bundan çıkarılacak sonuç, halk hareketi ile milli
hareketin bir ve aynı şey olmadığıdır. Özetlersek,
halk hareketi, ezilen ve sömürülen yığınların sınıf hareketidir. Ve özünde, her
zaman ezilen kitlelerin damgasını taşımaktadır; her tarihi dönemde vardır; ve bugün
halk hareketleri, sınıf bilinçli proletaryanın önderliğiyle bırleşerek, demokratik
halk devrimleriyle ve sosyalist devrimlerle kitlelerın nihai kurtuluşlarını gerçekleştirmeye
yönelmiştir. Milli
hareketler, yükselen kapitalizm şartlarında ortaya çıkmıştır. Batı’da
1789 ile 1871 arasında bir belli tarihi dönemi kapsar; Doğu Avrupa’da ve Asya’da
1905’1erden sonra başlamıştır ve halen yer yer devam etmektedir; milli hareketler
özünde her zaman burjuvazinin damgasını taşımaktadır ve her milli hareketin tabii
eğilimi, kapitalizmin ihtiyaçlarma en iyi cevap veren milli bütünlüğü olan
devletlerin kurulması yönündedir. Bugün
Türkiye Kürdistan’ında "hızla güçlenmekte" olan hareket, hem Kürt
burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının başını çektiği Kürt milli
hareketidir, hem de ezilen ve sömürülen Kürt işçi ve köylülerinın, gittikçe
komünist bir önderlikle birleşme istidadı gösteren sınıf hareketi yani, halk
hareketidir. Birincisi, sadece Türk hakim sınıflarının milli baskılarını
ortadan kaldırmaya ve aynı zamanda Kürt burjuvazisinin ve toprak ağalarının "iç
pazarı" ele gecirmesi amacına yöneldiği halde; ikincisi hem Kürt burjuvalarının
ve toprak ağalarının sömürü ve baskısına, hem de milli baskıya, milliyetlerin
ezilmesi politikasına karşı yönelmiştir. Şafak revizyonistleri, karakteri ve amaçları
yönünden birbirinden tamamen farklı bu iki hareketi, "halk hareketi" adı
altında bir ve aynı şey gibi göstermektedir. 7. Doğu
Avrupa ve Asya’da Milli Hareketlerin Gelişmesi: -
Doğu Avrupa’da ve Asya’da milli hareketlerin, ancak 1905’1erde başlamış
olduğunu ve bu hareketlerin tabii eğiliminin de, milli devletlerin kurulması yönünde
olduğunu belirttik. Doğu Avrupa’da ve Asya’da milli hareketlerin başladığı dönem,
emperyalizmin teşekkülü, ticaretin uluslararası bir nitelik kazanmasıyla,
milletlerarası sermayeyle, milletlerarası işci sınıfı arasındaki çelişkinin ön
plana cıktığı dönemdır. 1905’lerden İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına
kadar geçen süre içinde, Doğu Avrupa’da ve Asya’da milli devletler (bir kısmında
çok milletli devletler) teşekkül etmiş, sömürgeler, genel olarak sözde bağımsız
hale gelmişlerdir. Gerçekteyse; bağımlılığın yeni bir biçimi yaygınlık
kazanmış, sömürge ülkelerin yerini, yarı-sömürge ülkeler almıştır. 1917
Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada burjuva önderliğinde eski tip devrimler
dönemini kapamış, proletarya önderliğinde yeni -demokratik devrimler dönemini ve
sosyalist devrimler dönemini açmış bulunuyordu. Burjuvazi, bütün dünyada halk
hareketlerinden korkar hale gelmiştir. Bu yüzden, Doğu Avrupa’da ve Asya’da milli
hareketler sömürge yapıyı yarı-sömürge yapıyla değiştirmekten ileri gidemediler;
yarı - feodal yapıyı ise olduğu gibi muhafaza ettiler. Burjuvazi ve toprak ağaları
sınıfları ittifak kurarak emperyalizmle işbirliğine giriştiler. İkinci
Dünya Savaşı’nın sonunda Çin’de yeni demokratik devrimin başarıya ulaşması,
Doğu Avrupa ülkelerinde proletarya önderliginde anti-faşist halk cephelerinin
iktidarı ele geçirmesi, bunların demokratik halk diktatörlü- ğünden,
durmaksızın proletarya diktatörlüğüne ve sosyalizmin inşasına geçmeleri,
emperyalizmin gerilemesi, bütün bunlar, geri ülkelerdeki burjuvaziyi devrimden daha
çok korkar hale getirmiştir. Emperyalizmin
toptan çöküşe sosyalizmin bütün dünyada zafere ilerlediği bu yeni dönemde milli
hareketlerin durumu şudur: Yarı-sömürge,
yarı-feodal ülkelerde milli ve demokratik devrimin tamamlanması görevı, yani
emperyalizmin, ve feodalizmin tamamen ve kesinlikle tasfiyesi görevi, artık
proletaryanın sınıf hareketinın omuzlarındadır. Burjuvazi artık kendisinin tarihi görevleri
olan bu görevleri başaracak gücte ve yetenekte değildir. Sadece milli burjuvazinin bir
kanadı, devrimci kanadı, proletarya önderliğindeki birleşik halk cephesinde bir müttefik
olarak yer
alabilir. O da durmaksızın yalpalayarak, bocalayarak. Çağımız için genel, yaygın
ve tipik olan durum budur. Öte
yandan, hâlâ devam eden az miktardaki eski sömürgelerde ve çok milletli devletlerde
ezilen, bağımlı ve uyruk milletlerin burjuvaları ve bir kısım toprak ağaları,
milli baskılara karşı ve milli devletler kurma amacı ile milli hareketlere
girişmektedirler. Gerek sömürgelerdeki ve gerekse uyruk milletlerdeki bu milli
hareketler, eski dönemin çağımıza devrettiği, yaygın olmayan ve çağımızı
karakterize etmeyen ama yine de Marksist - Leninistlerin ele almak zorunda oldukları
birer vakıadırlar. Bu iki tip ulusta da milli hareketlerin doğal gelişme eğilimi,
milli devletlerin kurulması yönündedir. Kesin bir şey varsa, o da, bu milli
hareketlerin ilerici ve demokratik bir muhteva taşıdığıdır. Ama öte yandan, kesin
bir başka şey de, buralardaki milli hareketlerin ister ayrı bir devlet kurmakla sonuçlansın,
ister başka şekillerde sonuçlansın, milli ve demokratik devrimi
tamamlayamayacağıdır. Bu uluslarda da
emperyalizmi ve feodalizmi silip süpürmek görevi, yine proletaryanın sınıf
hareketinin omuzlarındadır. Bu iki tip ulusta da proletarya hareketi, bir yandan milli
ve demokratik devrimi tamamlama görevinin kendi omuzlarında olduğunu bilmeli, öte
yandan da burjuva milli hareketinin ilerici ve demokratik muhtevasını desteklemelidir. Türkiye
bugün çok milletli devletlerden biridir. Ve Türkiye’de sadece Kürtler bir ulus teşkil
ederler. Bu bakımdan da, Türkiye komünistleri açısından, milli meselenin esasını
(tamamını değil) Kürt meselesi teşkil eder. Şimdi, Kürt milli hareketinin gelişmesine
göz atalım. 8. Kürt
Milli Hareketi: Türkiye’de
milli hareketler henüz yeni ve sadece Kürt hareketinden ibaret de değildir. Daha
Osmanlı toplumu çökmeden önce başlamış ve bugüne kadar devam edegelmiştir.
Bulgarlar, Yunanlılar, Macarlar, Arnavutlar, Kürtler, Ermeniler, Araplar, Yugoslavlar,
Romenler... Osmanlı devletinde hakim ulus olan Türk ulusuna karşı defalarca
ayaklanmışlar, tarih, Kürt hareketinin dışındaki milli hareketleri belli bir
çözüme bağlamıştır. Bugün Türkiye sınırları içınde hâlâ bir çözüme bağlanmamış
olan milli hareket, Kürt hareketidir. Türkiye’de milli hareketin tabii eğilimi de,
daima milli bütünlüğü
olan devletlerin kurulması yönünde olmuştur. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın
başında Doğu Avrupa’nın ve Asya’nın hayatına sessizce giren kapitalizm, bu bölgelerde
milli hareketleri depreştirmiştir. Türkiye sınırları içindeki diğer milliyetler
meta üretiminin ve kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde Türkiye’den koparak ayrı
milli devletler içinde (veya çok milletli devletler içinde) örgütlenmişlerdir. 1915’de
ve 1919-20’de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin
harekèti müstesna. Lozan
Antlaşması, Kürtleri çeşitli devletler arasında parçaladı. Emperyalistler ve yeni
Türk hükümeti, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, Kürt
milletinin kendi eğilimini ve isteğini hiçe sayarak, sınırları pazarlıkla tespit
ettiler. Böylece
Kürdistan bölgesi İran, Irak ve Türkiye arasında bölündü. Burada
bir noktayı daha belirtelim: Kürdistan’ın Lozan Antlaşmasıyla kendi kaderini
tayin hakkı çiğnenerek parçalanması, elbette tarihi bir haksızlıktır. Ve
Lenin yoldaşın bir başka vesileyle söylediği gibi, haksızlığı durmadan protesto
etmek ve bütün hakim smıfları bu konuda ayıplamak, komünist partilerin görevidir.
Ama böyle bir haksızlığın düzeltilmesini programına koymak
akılsızlık olur. Çünkü bugünün meselesi olma niteliğini çoktan kaybetmiş bir sürü
tarihi haksızlık örnekleri vardır. "Sosyal gelişmeyi ve sınıf mücadelesini doğrudan
doğruya kösteklemekte devam eden bir tarihi haksızlık" olmadıkları sürece,
komünist partiler bunların düzeltilmesini sağlamak gibi, işçi smıfının dikkatini
temel meselelerden uzaklaştırıcı bir tutuma giremezler. Yukarda işaret ettiğimiz tarihi haksızlık, artık günün meselesi olma niteliğini çoktan
yitirmiştir, "sosyal gelişmeyi ve sınıf mücadelesini doğrudan doğruya kösteklemek"
gibi bir mahiyet taşımamaktadır. Bu nedenle komünistler, onun düzeltilmesini
istemek akılsızlığını ve basiretsizliğini gösteremezler. Bu noktayı belirtmemizin
sebebi, Program Taslağı üzerindeki tartışmalarda bir arkadaşın Kürdistan
bölgesinin birleştirilmesini programa koymak yolundaki isteğidir. Türkiye’de
komünist hareket ancak Türkiye sınırları içindeki milli meseleyi en iyi, en doğru
çözüme bağlamakla yükümlüdür. Irak ve İran’daki komünist partileri de, milli
meseleyi kendi ülkeleri açısından en doğru çözüme kavuştururlarsa, söz konusu
tarihi haksızlığın hiç bir değeri ve önemi kalmayacaktır. Bütün Kürdistan’ın
birleştirilmesini programımıza koymamız, bir de şu açıdan sakattır: Bu, bizim
tayin edeceğimiz bir şey değildir. Kürt milletinin kendisinin tayın edeceği bir
şeydir. Biz, Kürt ulusunun kendi kaderını tayın hakkını, yani ayrı bir devlet
kurma hakkını savunuruz. Bu hakkı kullanıp kullanmayacağını veya ne yönde
kullanacağını Kürt milletinin kendisine bırakırız. Bu nokta üzerinde ilerde tekrar
duracağımızdan, geçiyoruz. Türkiye’nın
Lozan Antlaşmasıyla tespit edilen sınırları içinde de Kürt milli hareketi devam
etmiştir. Zaman zaman ayaklanmalar olmuştur. Bunların en önemlileri 1925 Şeyh Sait
İsyanı, 1928 Ağrı İsyanı, 1930 Zilan İsyanı ve 1938 Dersim İsyanıdır. Bu
hareketlerin "milli" karakterlerinin yanında, bir de feodal karakterleri
vardır: O zamana kadar kendi başlarına hükümran olan feodal beyler, merkezi
otoritenin bu hükümranlığı tehdit etmeye başlaması üzerine, bu otoriteyle çatışmıslardır.
Feodal beyleri merkezi otoriteye başkaldırmaya iten esaslı etken budur. Kürt burjuvazısınin
"kendi" ıç pazarına hakim olma arzusu ile feodal beylerin kendi başlarına hükümranlık
arzusu, Türk hakim sınıflarının elinde tuttuğu merkezi otoriteye karşı
birleşmiştir. Köylü kitlelerinin geniş ölçüde bu hareketlere, katılmalarının
sebebi ise, amansız milli baskılardır. Stalin yoldaşın belirttiği gibi, milli baskı
politikası, "Halkın
geniş tabakalarının dikkatini, sosyal meselelerden ulusal meselelere, proletaryanın ve
burjuvazinin ‘ortak’ meselelerine doğru çevirir. Bu da, ‘çıkarlar harmonisi’
yalanını yaymak için proletaryanın ve köylülerin] sınıf çıkarlarını örtbas
etmek için, işçileri [ve köylüleri] manevi bakımdan köleleştirmek için elverişli
ortamı yaratir". Bütün
bu sebepler feodal Kürt beylerini, genç Kürt burjuvalarını ve aydınlarını, Kürt
köylülerini, yeni devletin hakimi olan Türk burjuvalarına, toprak ağalarına ve
onlarla beraber hareket eden hakim bürokrasiye karşı birleştirdi. Yeni devletin
hakimleri olan Türk burjuvaları ve toprak ağaları, her alanda ırkçılığı yaymaya
ve diriltmeye girişmişlerdi. Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin
Türklerden olduğu gibi ırkçı ve saçma bir teori icat etmişlerdi. Bütün dillerin
kaynağı da Türkçeydi(!). Güneş Dil Teorisi bunu ispatlamak için uyduruldu. Türkler
efendi milletti (gerçekte "efendi" olanlar, Türk hakim sınıflarıydı):
Azınlıklar ona itaate mecburdu. Türkçeden başka dil konuşmak yasaktı. Azınlık
milliyetlerin bütün demokratik hakları gaspedilmişti. Onlara her türlü eziyet ve
hakaret mubahtı. Kürt olanlara aşağılayıcı sıfatlar takılıyordu. Türk işçi ve
köylüleri arasında bir Türk şovenizmi yaratılmaya çalışılıyordu ve bunda az
çok da başarılı olunmuştu. Bütün ülke çapında uygulanan "örfi
idareler", Doğu’da katmerli bir şekil alıyordu. Kürt bölgesi sık sık
"askeri yasak bölge" ilan ediliyordu vs. vs... Bütün bunların, hakim millet
şovenizmine bir tepki olarak, ezilen millet milliyetçiliğini güçlendirmesi kaçınılmazdır.
Kürt köylülerini, kendi milliyetinden burjuvaların ve feodal beylerin safına itmesi
kacınılmazdır. Büyük çoğunluğu Türkçe dahi bilmeyen Kürt halkı, özellikle
Kürt köylüleri, kendilerini bir sömürge valisi gibi ezen, zulmeden, asağılayan bu
yeni idarenin memurlarına, doğal olarak şiddetli bir tepki gösteriyordu. Köylülerin
bu haklı tepkisi zorunlu olarak feodal Kürt beylerinin ve Kürt burjuvalarının
tepkisiyle birleşti. Kürt isyanları böyle doğdu. Komünistler bu isyanların zulme,
milletleri ezme politikasına, eşitsizliğe imtiyazlara karşı yönelen ilerici ve
demokratik yanını destekler; ama feodal beylerin kendi başlarına hükümranlık
sağlamak istemesine veya burjuvazinin kendi üstünlükleri uğruna mücadelesine de karşı
çıkarlar; hiç bir milletin burjuva ve toprak ağaları sınıfının imtiyazını ve
üstünlüğünü savunmazlar. O dönemlerde TKP yanlış bir politika izlediği için,
Türk hakim sıniflarının milli baskı politikasını kayıtsız şartsız destekledi. Kürt
köylülerinin milli baskılara duyduğu kuvvetli ve haklı tepkiyi proletarya önderliğiyle
birleştirmek yerine, Türk burjuva ve toprak ağalarının peşine takıldı, böylece de
iki milliyetten emekçı halkın birliğine büyük zarar verdi. Kürt emekçilerı
arasında Türk işçilerine ve köylülerine karşı güvensizlik tohumları saçtı. Kürt
isyanlarının yeni Türk devleti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden
yapılan kitle katliamlarını feodalizme karşı yönelmiş "ilerici",
"devrimci" bir hareket diye alkışlayanlar, sadece ve sadece iflah olmaz hakim
ulus milliyetçileridir. Böyleleri, yeni Türk devletinin sadece feodal Kürt beylerine
saldırmadığını, çoluk-çocuk, kadın-erkek bütün Kürt halkına da vahşice
saldırdığını, onbinlerce köylüyü katlettiğini görmezlikten geliyorlar.
Böyleleri, yeni Türk devletinin bu katliamları yaparken, kendisine karşı çıkmayan
feodal beylere candan dostluk gösterdiğini, bunlara destek olduğunu ve bunları güçlendirdiğini
unutuyorlar. Böyleleri, Kürt köylülerini ayaklanmaya iten sebeplerle Kürt feodal
beylerini ayaklanmaya iten sebep arasındaki son derece önemli farklılığı görmezlikten
geliyorlar. Bir de, Şeyh Sait ayaklanmasının arkasında İngiliz emperyalizminin
parmağı olduğu iddiasıyla, Türk hakim sınıflarının milli baskı politikasını
savunmaya yeltenen sözümona "komünistler" var. Biz burada İngiliz
emperyalizminin parmağı olup olmadığını tartışmayacağız. Böyle bir iddiayla
milli baskı politikasının savunulup savunulmayacağını tartışacağız. Şeyh Sait
isyanının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağının olduğunu varsayalım. Bu
şartlarda bir komünist hareketin tumumunun nasıl olması gerekir? Birinci olarak, Türk
hakim sınıflarının Kürt milli hareketini zorla bastırma ve ezme
politikasına kesinlikle karşı çıkmak, buna karşı aktif bir şekilde mücadele
etmek, Kürt milletinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istemek, yani ayrı bir
devlet kurup kurmamaya bizzat Kürt milletinin karar vermesini istemek. Bu, pratikte dışardan
müdahale edilmeksizin,
Kürt bölgesinde genel oylama yapılması, ayrılma veya ayrılmama kararının bu yolla
veya buna benzer bir yolla bizzat Kürt milleti tarafından verilmesi anlamına gelir. Kürt
hareketini bastırmak için yollanan bütün askeri birliklerin geri çekilmesi, her
türlü müdahalenin kesinlikle önlenmesi, Kürt milletinin kendi geleceği hakında
kendisinin karar vermesi, komünist hareket
birinci olarak bunun için mücadele eder ve Türk hakim sınıflarının bastırma, ezme,
müdahale, politikasını kitlelere teşhir eder, ona karşı aktif olarak savaşırdı.
İkincisi, İngiliz emperyalizminin milliyetleri birbirine düşürme politikasını, bunu
her milliyetten emekçi halka, bunların birliğine verdiği zararı kitlelere teşhir
eder, İngiliz emperyalizminin müdahale, içişlere burnunu sokma politikasıyla aktif
olarak savaşırdı. Üçüncüsü, Kürt ulusunun ayrılmasını, "bir bütün
olarak sosyal gelişmenin ve sosyalizm için proletaryanın sınıf mücadelesinin
menfaatleri açısından yargılar", bizzat ayrılmayı destekleme veya desteklememe
yolunda bir karara varırdı. Eğer ayrılmamayı proletaryanın sınıf menfaatlerine
uygun buluyorsa, Kürt işçileri ve köylüleri arasında bunun propagandasını
yapardı; özellikle Kürt komünistleri, kendi halkı arasında birleşmenin propagandasını
yapardı ve milli baskılara karşı mücadeleyi toprak ağalarının, mollaların,
şeyhlerin, vb. durumunun güçlenmesiyle bağdaştırma çabasında olanlara karşı mücadele
ederdi. Buna rağmen Kürt ulusu ayrılma yönünde karar verirse, Türk komünistleri
buna razı olur, ayrılma isteğinin karşısına zor çıkarma eğilimleriyle kesinlikle
mücadele ederdi. Kürt komünistleri ise Kürt isçi ve emekçileri arasında
"birleşme"nin propagandasını yapmaya, emperyalist müdahaleyle mücadeleye
Kürt feodal beyleriyle, şeyhlerle, mollalarla, burjuvazinin milliyetçı amaçlarıyla mücadeleye
devam ederdi. Eğer
komünist hareket, Kürt ulusunun ayrılmasının proletaryanın sınıf menfaatleri açısından
faydalı olacağına karar verirse, mesela ayrılma halinde Kürt bölgesinde devrim imkanı
artacaksa, o takdirde bizzat ayrılmayı savunurdu; hem Türk isçi ve emekçileri arasında,
hem de Kürt işçi ve emekçileri arasında ayrılmanın propagandasını
yapardı. Her iki halde de, Türk isçi ve emekçileriyle Kürt isçi ve emekçileri arasında
sıcak ve samimi bağlar doğardı. Kürt halkı, Türk halkına ve komünistlere büyük
bir güven ve dostluk duygusu beslerdi. Halkların birliği pekişir, devrimin basarısı
daha da kolaylaşırdı. İngiliz
emperyalizminin, Şeyh Sait hareketinde parmağı olduğunu iddia ederek Türk
hükümetinin, Kürt ulusunun kendi kaderıni tayın hakkını çiğnemesini, kitle
katliamlarına girişmesini vs. haklı ve ilericı göstermeye çalışanlar, bir kere
daha tekrarlayalım, iflah olmaz Türk şovenistleridir. Bugün, Amerikancı faşist
generaller çetesinin en köpekçe savunucusu ve tayin edilmemiş akıl hocası Mehn Toker’in
de, o gün Kürt ulusuna reva görülen katliamları haklı çıkarmak için "İngiliz
emperyalizmi parmağı" isnadına sarılması, ibret vericidir. Faşist iktidarların
bile açıkça savunma cesareti gösteremedikleri komando zulümlerini alçakça savunmaya
yeltenen Doğan Avcıoğlu’non da aynı iddiaya sarılması, yine ibret vericidir. Bir
milletin kendi kaderini tayın hakkı, emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri
iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz; böyle bir iddiayla bir milletin
"ezilmesi ve gadre uğraması"- savunulamaz. Kaldı ki, söz konusu dönemde
bizzat Türk hükümeti, İngiliz ve Fransız empèryalistleriyle işbirliği halindedir.
Proletaryanın milli mèseledeki temel şiarı, her şart altında aynıdır: "Bir
millet ya da bir dil için imtiyaza hayır! Bir milli azınlığın en ufak bir ölçüde
dahi olsa ezilmesine ya da gadre ugramasına hayır!" (Lenin). Devam
edelim: Türk
hakim sınıflarının milli baskıları günümüze kadar sürüp gelmiştir. Ve hâlâ
devam etmektedir. Buna paralel olarak Kürt milli hareketi de süregelmiştir. Ve hâlâ
devam etmektedir. Şu farkla ki, bir kısım Kürt feodal beyleri, Türk hakim sınıflarının
safına geçmiştir. Sayıları son derece sınırlı bazı Kürt büyük burjuvaları, Türk
hakim sınıflarının safına geçmiştir. Kürt burjuvazisi bir hayli güçlenmiş ve Kürt
milli hareketi üzerindeki feodal etki nisbeten zayıflamıştır. Bugün Kürt milli
hareketinin başını, bir hayli güçlenmiş olan Kürt burjuvaları, bunların
ideolojisini benimseyen aydınlar ve küçük toprak ağaları çekmektedir. Bunun yanında,
Kürt isçi ve köylüleri de, Kürt burjuvalarının ve toprak ağalarının nüfuzundan
geçmişe nisbetle biraz daha sıyrılmış bulunuyor. Kürt işçileri, yoksul
köylüleri ve aydınları arasında Marksist Leninist fikirler kök salmaya başlamıştır
ve hızla yayılmaktadır. Bu şartlar altında, Türkiye komünistlerinin Kürt milli
hareketi karşısındaki tutumları ne olmalıdır? Şımdi bu noktaya geçıyoruz ve bu
konuda Şafak revızyonıstlerinın yanlış ve halkların birliğıne zarar veren
çizgilerini de sergıleyeceğız 9. Kürt
Milli Hareketinin Demokratik Muhtevası: Kürt
milli hareketi genel bir demokratik muhteva taşır. Çünkü bir yönüyle ezen ulusun
hakim sınıflarının zulmüne, zorbalığına, imtiyazlarına, bencil çıkarlarına
karşı yönelmıştir. Milli baskının kaldırılması, milliyetler arasında
eşitliğin sağlanması, hakim ulusun hakim sınıflarının imtiyazlarının
kaldırılması, dil üzerindeki yasaklamaların ve sınırlamaların son bulması, her
alanda uluslar arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakı eşitliğının
tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici taleplerdir. Stalın
yoldaş şöyle diyor: "Gezi
özgürlüğünün hsıtlamalarından, seçim haklarından yoksun bırakılmalarından,
ulusal dilin kullanılmasına karsı ileri sürülen engellerden, okul sayısının
azaltılmasından ve başka baskı tedbirlerinden, isçiler, buıjuvazi kadar, hatta daha
da fazla acı çekmektedirler. Böyle bir durumun etkisi, ancak bağımlı ulusların
proletaryasının manevi güçlerinin serbestçe gelişmesini frenler. Toplantılarda ve
kongrelerde, ana dilini konuşmasına izin verilmezken, okulları kapatılırken, Tatar ya
da Yahudi işçinin tam olarak geliştiğinden ciddiyetle söz edilemez". Yıne
Stalin yoldaşın şu sözlerinı bır kere daha okuyalım: "Milliyetc,i
baskı politikası, halkın geniş tabakalarının dikkatini sosyal meselelerden, sınıf
mücadelesi meselelerinden ulusal meselelere, proletaryanın ve burjuvazinin ‘ortak’
meselelerine cevirir. Bu da, cıkarlar harmonisi’ yalanını yaymak icin, proletaryanın
sınıf çıkarlarını örtbas etmek için, işçileri manevi bakımdan köleleştirmek için
elverişli ortamı yaratır. Ve böylece bütün ulusların işçilerı arasında birliği
kurma görevi karşısında ciddi bir engel dikilmiş olur". Hatta
milli baskı politikası, bağımlı ulusları ezmekle de yetinmiyor, çok kere ulusları
birbirine karşı kışkırtma politikasına dönüşüyor. Böylece, çeşitli
milliyetlere mensup emekçiler arasında kin ve düşmanlık tohumları ekilmiş oluyor.
İşçileri ve emekçilerı böylece "bölen" ve birbirlerine düşüren hakim
ulusun hakim sınıfları, daha kolay hükmetme imkanına kavuşuyor. Ezilen
ulusun milli hareketi, bir yönüyle de hakim ulusun milli baskı politikasına yöneldiği
içindir ki, çeşitli milliyetlere mensup işçiler ve emekçiler arasında birliğin
sağlanmasına, ezilen ulusun isçilerinin ve emekçilerinin manevi güçlerinin
serbestçe gelişmesine
ve bunu engelleyen kösteklerin kaldırılmasına hizmet eder. Lenin
yoldaş, şunu belırtiyor: "...Her
ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği, zulme karşı yönelmiş olan genel demokratik
muhteva taşır ve bizim, ulusal imtiyazlar sağlama eğiliminden bunu kesin olarak
ayırdederek... kayıtsız şartsız desteklediğimız işte bu muhtevadır". Fakat
hiç bir milli harekette, o milletin burjuvazisinin ve toprak ağalarının talebi, milli
baskının kaldırılması ve milliyetlerin eşitliği talebiyle sınırlı kalamaz.
Şimdi bu noktaya gelelim: 10. Kürt
Milli Hareketi İçinde, Burjuvazinin ve Küçük Toprak Ağalarının Milliyetçiliği Güçlendirmeyi
Hedef Alan "Olumlu" Eylemi: Genel
olarak her milli harekette ve özel olarak Kürt milli hareketinde, burjuvazinin asıl
amacı kendi üstünlüklerini sağlamaktır. Pazara hakim olmaktır; bölgesindeki maddi
zenginlikleri vs... kendi tekeline almaktır. Kendi lehine eşitsizlik ve imtiyazlar sağlamak, kendi
ulusal gelişmesini garantiye almaktır. Burjuvazi ve milli harekete katıldığı
ölçüde toprak ağaları, kendi lehine eşitsizlik, kendi lehine imtiyaz isterler.
Başka milletlerin demokratik haklarını kendi lehine gaspetmek ister. Kendinden daha
zayıf ve güçsüz olanlara milli baskı uygulamak ister. Milletlerin proleterlerini
ulusal çitlerle birbirinden ayırmak, kendi milliyetinden olan proleterlerin ve diğer
emekçilerin, kendi milliyetçi emellerini kayıtsız şartsız desteklemesini sağlamak
ister. Proletaryanın ve demokratizmin uluslarası kültürü yerine, kendi ulusal
kültürünü geçirmek, ulusal kültürünü (yani hakim
olan burjuva kültürünü) geliştirmek, proletaryayı ve emekçileri ulusal kültürle
beslemek ve kendi sınıf emellerini kayıtsız şartsız destekçileri haline getirmek
ister. Burjuvazi ve toprak ağaları zorla özümleme dışındaki, milliyetlerin
kaynaşması yönündeki tarihi eğilime, yani kendiliğinden özümlemeye direnir; ulusal
farklılıkların kendiliğinden silinmesine direnir; bir devlet içindeki her milliyetten
proleterlerin aynı örgütler içinde birleşmesine direnir; proleterleri milliyetlerine
göre birbirinden ayırmak, kendi milliyetinden olan proleterleri sınıf örgütleri
yerine "milli örgütler" içinde ve kendi sınıf amaçları doğrultusunda
birleştirmek ister. Bugün,
Kürt milli hareketi içinde genel demokratik muhtevanın yanında yukardakilere benzer
milliyetçiliği güçlendirmeyi hedef alan gerici emelleri görmemek mümkün değildir.
Bu emeller, Kürt milli hareketinin başını çeken bùrjuvazinin ve toprak ağalarının
emelleridir. Şafak
revizyonistleri, Kürt milli hareketi içindeki burjuvazinin ve toprak ağalarının
milliyetçiliği güçlendirmeyi hedef alan "olumlu" eylemini tamamen bir yana bırakrmıştır.
Şafak revizyonistlerine göre Türkiye Kürdistanı’nda gelisen hareket, ilerici ve
gerici yanlarıyla bir milli hareket değil, "milli baskı ve eritme
politikasına karşi" "demokratik haklar, milliyetlerin eşitliği ve kendi
kaderlerini tayin(!) için" yürütülen tamamen ilerici bir halk
hareketidir. Böylece Şafak revızyonistleri, Kürt burjuvazisinin ve küçük
toprak ağalarının milliyetçi ve anti-proleter emellerine ve çabalarına destek
olmakta, Kürt
proletaryasını ve emekçilerini, Kürt burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının
peşine takarak, iki halkın birliğini baltalamaktadır. Şafak revizyonizminin Türk
milliyetçisi çizgisi, Kürt milliyetçiliğiyle uzlaşmıştır. Özetlersek,
her milli harekette olduğu gibi Kürt milli hareketinin de iki niteliği vardır: Birincisi,
Türk burjuva ve toprak ağalarının milli baskılarına, imtiyazlarına, devlet kurma
imtiyazına, zulmüne ve zorbalığına karşı yönelmiş, genel demokratik muhteva. Ikincisi,
Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye, böylece Kürt burjuva ve toprak ağalarının
üstünlük ve imtiyazlarını gerçekleştirmeye yönelen gerici muhteva. 11. Sınıf
Bilinçli Türkiye Proletaryasının Kürt Milli Hareketi Karşısındaki Tutumu Ne
Olmalıdır? Her
şeyden önce şunu belirtelim ki, milliyeti ne olursa olsun bilinçli Türkiye
proletaryası, burjuva milliyetçiliğinin bayrağı altında yer almayacaktır. Stalin
yoldaşın ifadesiyle: "Bilinçli
proletaryanın denenmiş olan kendi bayrağı vardır ve onun, burjuvazinin bayrağı
altında safa girmesinin gercği olamaz." İkinci olarak, milliyeti ne olursa olsun,
bilinçli Türkiye proletaryası, işçi ve köylü yığınlarını kendi bayrağı
etrafında toplamaya çalışacak, bütün emekçi sınıfların sınıf mücadelesine
önderlik edecektir. Türkiye devletini kendine temel alarak, Türkiye içindeki bütün
uluslardan işçileri ve emekçileri ortak sınıf örgütleri içindebirleştirecektir. Üçüncü
olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt milli
hareketinin Türk hakim sınıflarının zulmüne, zorbalığına ve imtiyazlarına yönelen,
her türlü milli baskının kalkmasını ve milletlerin eşitliğini hedef alan genel
demokratik muhtevasını kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleyecektir. Diğer
ezilen milliyetlerin aynı yöndeki hareketlerini kesinlikle ve kayıtsız şartsız
destekleyecektir. Dördüncü
olarak, milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye proletaryası, çeşitli
milliyetlere mensup burjuvazi ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları
için yürüttükleri mücadelede tamamen tarafsız kalacaktır. Bilinçli Türkiye
proletaryası, Kürt milli hareketi içindeki Kürt milliyetçiliğini güçlendırmeye yönelen
eğilime asla destek olmayacaktır; burjuva milliyetçiliğine asla yardım etmeyecektir;
Kürt burjuvalarının ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları icin
giriştikleri mücadeleyi kesinlikle desteklemeyecektir; yani, Kürt milli hareketi
içindeki genel demokratik muhtevayı desteklemekle yetinecek, onun ötesine
gecmeyecektir. Meselenin
daha iyi kavranabilmesi için, Lenin yoldaştan geniş aktarmalar yapmamızı
okuyucuların hoş göreceğini umarız. Lenin
yoldaş şöyle diyor: "Milliyet
ilkesi, burjuva toplumunda, tarihi bakımdan kaçınılmaz ve zorunlu bir ilkedir ve bu
toplumu ele alan bir Marksist, milli hareketlerin tarihi meşruiyetini kesin olarak kabul
eder. Ama bu kabul edişin burjuva milliyetçiliğinin savunma biçimini almaması için
o, milli hareketlerde ilerici olarak ne varsa (abç) ancak onu desteklemekle
yetinmelidir; öyle ki, proleter bilinci, burjuva ideoloji tarafından karartılmış
olmasın. "Feodal
uyuşukluktan çıkan yığınların uyanışı, ilerıci bir şeydir, nasıl bu
yığınların halkın egemenligi uğruna, ulusun egemenliği uğruna her türlü ulusal
baskıya karşı mücadelesi de ilerici bir şeyse, Marksistin en kararlı ve en tutarlı
demokratizmi, milli meselenin bütün yönlerinde, mutlak savunma görevi, buradan
gelmektedir. BU ÖZELLİKLE OLUMSUZ BIR GÖREVDIR (abç). Proletarya, milliyetçiliği
desteklerken aşırı davranışlara gidemez. Çünkü daha ilerde, milliyetçiliği güçlendirmeyi
hedef tutan burjuvazinin olumlu eylemi başlar. "Her
türlü feodal boyunduruğu kurmak, uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri
ya da dillerden biri için her türlü imtiyaza karş, çıkmak, demokratik bir güç
olarak proletaryanın mutlak görevidir, milli kavgalarla karartılan ve geciktirilen
proleter sınıfının mücadelesinin mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak
sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihi bir alana yerleştirilmiş
bulunan çerçevenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek
proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına gecmek olur. Burada çok kere cok ince olan
bir sınır vardır... "Ulusal
boyunduruğa karşı mücadele mi? Evet, elbette. Her türlü ulusal gelişme içın,
genel olarak "ulusal kültür" içın mücadele mi?
Elbette ki hayır... "Burjuva
milliyetçiliğinin ilkesi, genel olarak, milliyetin gelişmesidir (abç),
burjuva milliyetçiliğinin tekelci karakteri buradan gelir. Sonu olmayan ulusal kavgalar
buradan doğar. Proletarya ise her hangı bir ulusun ulusal gelişimini savunrnak şöyle
dursun, yığınları bu gibi hayallere karşı uyarır (abc), kapitalist
değişim için cn geniş özgürlüğü savunur ve zorla özümleme ya da imtiyazlara
dayanan özümleme dışında, ulusların özümlenmesini olumlu karşılar... "...Proletarya,
burjuva milliyetçiliğinin gelişmesine destek olamaz; tersine o, ulusal
farklılıkların silinmesine ve uluslararası engellerin yıkılmasına, milliyetler
arasındaki bağları sağlamlaştıran her şeye, ulusların birbirleriyle kaynaşmasına
yardım eden her şeye destek olur. Başka türlü davranmak, gerici milliyetçi
küçük-burjuvazinin yanında yer almak olur." Yine
Lenın başka bir yerde şunları söylüyor: "...Burjuvazi,
her zaman kendi ulusal taleplerini ön plana sürer. Bunlan kesinlikle ileri sürer. Ama
proletarya icin bu talepler, sınıf mücadelesinin çıkarlarına bağlıdır. Teorik
bakımdan, belirli bir ulusun başka bir ulustan ayrılmasının ya da bu ulusun bir
başka ulusla eşitliğinin, burjuva-demokratik devrimi tamamlayıp tamamlayamayacağını
önceden kestirmek imkansızdır. Her iki halde de proletarya için önemli
olan şey, kendi sınıfının gelişmesini garantiye almaktır. Burjuvazi için önemli
olan şey, bu gelişmeyi baltalamak ve "kendi" ulusunun amaçlarını
proletaryanınkilerden öne almaktır. Onun için proletarya, kendi kaderini tayin etme hakının
tanınması isteğini, deyim uygun düşerse, olumsuz yönüyle yetinir ve hiç
bir ulusa, başka
bir ulusun sırtından üstünlükler garanti etmeye, bu konuda
taahhütlerde bulunmaya kalkışmaz. "Bu,
pek ‘pratik’ bir davranış olmayabilir; ama gerçekte bu, mümkün olan çözümlerin
en demokratik olanının başarılması için, en iyi garantidir. Proletarya sadece bu
garantilerin gereğini duymaktadır, her ulusun burjuvazisi ise, başka ulusların durumu
ne olursa olsun (başka ulusların zararına olsa da), kendi çıkarlarının
teminat altına alınmasını ister". Lenin
devam ediyor: "Ezilen
ulusların burjuvazisi, taleplerinin’pratik’olduğu iddiasıyla proletaryayı,
özlemlerini kayıtsız şartsız desteklemeye çağıracaktır... "Proletarya,
bu çeşit pratikliğin karşısındadır. Proletarya, eşitliği ve ulusal devlet kurma
hakkı eşitligini tanırken, bütün ulusların proleterlerinin birligine pek büyük değer
verir ve her ulusal talebi, her ulusun ayrılma hakını işçilerin sınıf mücadelesi açısından
degerlendirir... "...
İşçiler için önemli olan, iki akımın ilkelerini ayırdetmektir. Eğer
ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karşı savaşırsa, biz, her zaman ve her
durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız. Çünkü biz zulmün en
amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz burjuva
şoven milliyetçiliginin çıkarlarını savunuyorsa, biz ona karşıyız. Ezen ulusun
imtiyazlarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi için
imtiyazlar sağlama yolunda çabalarına destek olmayız. "Eğer
ulusların ayrılma hakkı sloganını ileri sürmez ve onu savunmazsak, o
zaman ezen ulusun sadece burjvuvazisinin değil, ama feodal derebeylerinin
ve despotizminin de oyununa gelmiş oluruz... "...Her
ezilen
ulusun burjuva milliyetçiligi, zulme karşı yönelmiş olan genel bir
demokratik muhteva taşır ve bizim ulusal imtiyazlar sağlama egiliminden bunu kesin
olarak ayırdederek.. kayıtsız şartsız destekledigimiz işte bu
muhtevadır... ..........................
"...Mücadelemizde
belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz; o belli devlet icindeki bütün
ülkelerden [uluslardan, olmalı işçileri birleştiriyoruz; biz hiç bir özel ulusal
gelişme yolunu savunamayız, biz bütün mümkün olan yollardan sınıf
hedefimize dogru yürüyoruz. "Ama
biz, her türlü burjuva milliyetçiligine karşı savaşmazsak, bütün ulusların
işcileri arasında eşitlik uğruna mücadele etmezsek, o hedefe doğru yol alamayız... "...Her
türlü devlet imtiyazına ve ulusal imtiyazlara karşı ve bütün ulusların kendi
ulusal devletlerini kurmada hak eşitligi ugruna günlük ve bilinçlendirme ve propaganda
görevini... Bu görev, (şu anda) milli meselede başlıca görevimizdir; cünkü biz
demokrasinin ve bütün ulusların proleterlerinin eşit olarak ittifakının çıkarlarını
ancak böyle savunabiliriz. ....................... "İşci
sınıfının ve onun kapitalizme karşı mücadelesinin çıkarları, bütün uluslar işçilerinin
tam dayanışmasını ve en sıkı birligini gerektirmektedir; bu çıkarlar her
milliyetten burjuvazinin şöven politikasına karşı şiddetle karşı koymayı emreder.
Onun için Sosyal-Demokratlar [komünistler I, eğer ulusların kendi kaderini tayin etme
hakını yani ezilen ulusun ayrılma hakkını reddederlerse ya da ezilen ulusların
burjuvazilerinin bütün ulusal isteklerini desteklerse, proletaryanın siyasi çizgisine
karşı gelmiş olurlar ve işçileri burjuvazinin politikasına boyun eğmeye yöneltirler.
Ücretli işçinin, Rus olmayan burjuvazi değil de, başlıca Rus burjuvazisi tarafından
sömürülmesi ya da Yahudi burjuvazisi değil de, Polonya burjuvazisi tarafından sömürülmesi
vb. hic, de önemli değildir. Sınıf çıkarlarını anlayan ücretli işçi Rus
kapitalistlerinin devlet imtiyazlarına olduğu kadar, Polonyalı ya da Ukraynalı
kapitalistlerin, devlet imtiyazlarına kavuştukları zaman, dünya yüzünde cenneti
kuracakları yolunda vaadleri karşısında da kanatsızdır... "Her
iki durumda da işçiler sömürüleceklerdir. Ve sömürüye karşı başarıyla mücadele
edebilmek içın, proletarya her türlü milliyetçilikten arınmış olmalıdır; o,
eğer deyim uygun düşerse, çeşitli ulusların burjuvazileri arasında üstûnlük uğruna
süregelmekte olan mücadelede mutlak olarak tarafsız kalmalıdır. Eğer, her hangı bir
ulusun proletaryası, ‘kendi’ milli burjuvazisinin imtiyazlarını en hafif şekilde
de olsa desteklerse, bu kaçınılmaz olarak, öteki ulusun proletaryası arasında güvensizlik
yaratacaktır; işçilerin uluslararası sınıf dayanışmasını zayıflatacak, onları
bölecektir ve böyle bir duruma sevinecek olan, ancak burjuvazi olacaktır ve... Tekrar
edelim: Kürt`milli
hareketi, ezilen bir ulusun, hakim bir ulusun hakim sınıflarına karşı mücadelesi
olarak ilericidir ve demokratik bir muhteva taşır. Biz bu demokratik muhtevayı
kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleriz. Türk burjuvazisi ve toprak ağaları
lehine her türlü imtiyazlara ve eşitsizliğe karşı (devlet kurma hakkı imtiyazı da
dahil) kararlı ve amansız olarak mücadele ederiz. Kürt milli hareketinin bu yoldaki
taleplerini de kayıtsız şartsız destekleriz. Fakat
öte yandan, Kürt burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının gerici ve milliyetci
emllerine karşı da mücadele ederiz. Türk hakim sınıfları lehine her türlü eşitsizliğe
ve imtiyaza, milli azınlıklara yönelen her türlü baskı ve zulme karşı mücadele
ederken; milli azınlık burjuva ve toprak ağalarının milliyetçi emelleriyle de
mücadele edilmezse, bu kez bir başka milliyetcilik, Kürt milliyetçiliği güçlendirilir;
Kürt proletaryasının sınıf bilinci, burjuva milliyetçiliğinin sisleriyle
karartılır; Kürt işcileri ve köylüleri milliyetçiliğin kucağına itilir; Kürt işci
ve emekçileriyle Türk işçi ve emekçileri arasındaki birlik ve dayanışma
baltalanır. Şafak
revizyonistleri, içinde farklı unsurların yer aldığı Kürt milli hareketini, homojen
bir "Kürt halkı" hareketi olarak takdim etmekle, bu hareketi bir bütün
olarak ve tamamen ilerici göstermekle, nereye kadar ve hangi bakımlardan
ilerici olduğunu, nereden sonra ve hangi bakımlardan burjuvazının ve toprak
ağalarının gerici emellerinin başladığını göstermemekle (daha doğrusu bunlar
arasında bir ayırım yapmamakla), yukardaki tam da toprak ağalarının ve burjuvazinın
işine yarayacak sonuca varıyor. Böylece, genel olarak Türkiye proletaryası ve özel
olarak Kürt proletaryası aleyhine, Kürt burjuva ve toprak ağalarına taviz veriyor!
Yarın, Kürt burjuva ve toprak ağalarının "olumlu eylemi" daha kuvvetle
kendini hissettirdiği zaman Şafak revizyonistlerinın ne yapacağını merak
etmekteyız. Ama ne yapacakları daha bugünden bellidir! Türk millı~yetçilerınin
saflarına kayıtsız şartsız iltihak edeceklerdir. Şu
noktayı da belirtelim: Komünıstler, ezilen bir milletın milliyetçiligiyle hakim bir
milletin milliyetçiliği arasında, küçük bır milletin milliyetçiliğiyle büyük
bir milletin milliyetçiliği arasında daıma ve mutlak bır ayırım yaparlar. Lenın
yoldaş bu konuda şunları söylüyor: "Bu
ikinci tür milliyetçilik konusunda Iküçük bir milletin milliyetciliği] bizim; bir büyük
milletin fertlerinin tarihi pratikte öteden beri yapmadıgımız zorbalık
kalmamıştır. Üstelik biz hiç farkında olmadan zorbalık yapar, ona buna hakaret
ederiz... "İşte
bunun içindir ki hakim ya da, denildiği gibi ‘büyük’ milletlerin (yalnız
zorbalıkta büyük, yalnız kabadayılar olarak büyüktürler oysa) enternasyonalciliği
milletlerin eşitliğini biçimde gözetmek olmamalı sadece, hatta hakim milletin, büyük
milletin sessizliği olmalıdır. Böylece, pratikte var olan eşitsizliğe karşı bir
denge sağlanmış olacaktır. Kim bunu anlamıyorsa, milli mesele karşısında gerçek
proleter tutumunu kavramamış demektir; hayat görüşü hâlâ esasta küçük-burjuvadır
ve bu nedenle mutlaka burjuva hayat görüşüne kayacakır". Lenin
yoldaş şöyle devam ediyor: "...Milli
haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini
geciktiren hiç bir şey yoktur; bir milletin ‘gocunan’ fertleri her şeyden çok; eşitlik
konusunda ve sırf ihmalden ötürü ya da latife olsun diye dahi olsa bu eşitliğin çiğnenmesi
kendi proleter yoldaşlarınca çiğnenmesi konusunda hassastırlar.
İşte bunun içindir ki, milli azınlıklara tavız verme ve hoşgörüyle davranma
hususunda yetersız kalmaktansa, aşırı gitmek daha iyidir" (Doğuda Ulusal
Kurtuluş Hareketleri, s. 383-384). Şafak
revizyonistlerinin yaptıgı, Lenin yoldaşın savunduğu şey midir? Hayır, asla! Şafak
revizyonistleri, bugün esas olarak Türk milliyetçisi bir çizgi izliyorlar, Türk hakim
sınıflarının imtiyazlarını savunuyorlar; ileride göreceğimiz gibi Kürt milletinin
kendi kaderini tayin hakkını alçakça ve bir yığın demagojiyle çiğniyorlar; Türk
şovenizminin temsilcilerini kendilerine bayrak ediyorlar. Onların yaptığı şey, Lenin
yoldaşın savunduğu şeyden tamamen farklıdır. Onlar, bir yandan hakim millet milliyetçisi
bir çizgi izlerken, öte yandan da Kürt isçi ve emekçileriyle Kürt burjuva ve toprak
ağaları arasındaki çizgiyi siliyor, Kürt burjuva ve toprak ağalarının görüş açısında
yer alıyor. Bu, hakim ulus milliyetçiliğine karşı, milli azınlıklara taviz verme ve
hoşgörüyle davranmada aşırı gitme değil; hakim millet milliyetçisinin azınlık
milletin işci ve emekcilerine karşı, azınlık milletin sömürücü sınıflarının
milliyetçi emellerini desteklemedir. Bir
başka nokta da şudur: şafak revizyonistleri, "Kürt halkının"`"ağır
milli baskı ve eritme politikasına karşı", "demokratik haklar, milliyetlerin
eşitliği ve kendi kaderini tayin için" mücadele ettiğini söylemektedir. Kürt
halkının kendi kaderini tayin için mücadele etmesi demek, Kürt halkının, hakim
sınıfları devirerek demokratik halk iktidarını kurmak için mücadele etmesi
demektir. Çünkü, halk kendi kaderini ancak devrim yaparak tayin edebilir.
Milli meselenin ele alındığı bir yazıda, Kürt halkının devrim için mücadele ettiğini
söylemek, doğrusu cok kıvrak bir zeka gerektirir(!). Eğer Kürt milleti
kastediliyorsa, o zaman Şafak revizyonistleri şunu söylemiş oluyorlar: Kürt milleti ayrılmak
icin mücadele etmektedir. Çünkü, bugunkü zoraki birlik şartlarında Kürt
halkının kendi kaderini tayin icin (dikkat edilsin, tayın hakkı icin
değil) mücadele etmesi, sadece ve sadece ayrılmak için mücadele etmesi anlamına
gelır Her
milli hareketin genel eğilimının, milli bütünlüğü olan devletler kurulması yönünde
olduğunu, meta üretiminin ve kapitalizmin ihtiyaçlarını en iyi bu devletlerin
karşıladığını, en güçlü ekonomik etkenlerin bu yönde işlediğini daha önce
belirtmiştik. Kürt milli hareketinin genel eğilimi de, elbette milli bütünlüğü
olan bir devlet kurulması yönündedir. Fakat genel eğilimi başka şeydir, bir milli
hareketin formüle ettiği somut istekler başka şeydir. Somut istekler, bu genel
eğilime aykırı düşmezler. Fakat her milli hareket bu genel eğilimi, yani ayrı bir
devlet kurmayı kendisine somut hedef olarak da seçmeyebilir. Bu durumu etkileyen sayısız
faktörler vardır. Devlet çapındaki ve uluslàrarası plandaki kuvvet ilişkileri,
ülke içinde değişik milliyetlere mensup burjuvaların ve toprak ağalarının menfaat
hesapları, milli baskının karakteri, taktik endişeler vb..., bir milli hareketin formüle
ettiği somut hedefleri, bütün bu faktörler tayin eder. Bu nedenle, her yerde milli
hareketlerin genel eğilimi, ulusal bütünlüğü olan devletler kurma yönünde olduğu
halde, milli hareketlerin formüle ettiği somut talepler başka başka olur. Sözü
Stalin yoldaşa bırakalım: "Besbelli
ki ulusal hareketin muhtevası, her yerde aynı olamaz! Bu muhteva, hareketin formüle
ettiği degişik taleplere bağlıdır. Irlanda’da hareket bir tarım karakterıne bürunür;
Bohemya’da ‘dil’ karakterine bürünür; bir yerde insan haklarında eşitlik,
vıcdan özgürlüğü istenir; bir başka yerde ‘kendinden’ memurlar ya da kendinden
bir meclis uğruna savaşılır." Türkiye’de
Kürt milli hareketi, henüz ayrılma talebini açıkça formüle etmiş değildir. Bugün
Kürt milli hareketinin açıkça`formüle ettiği talepler, Kürtçe’nin okuma, yazma
ve konuşmada serbest bırakılması, radyoda Kürtçe yayınlar yapılması, "milli
kültür"ün (gerçekte Kürt burjuva ve toprak ağalarının kültürünün)
serbestçe yayılmasını köstekleyen engellerin kaldırılması, asimilasyon
politikasına son verilmesi Kürtçe eğitim yapan okulların olması, kendi kaderini
tayin hakkının tanınması vb... dir. Yukarda saydığımız çeşitli nedenler, Kürt
milli hareketinin bizzat ayrılma talebini açıkça formüle etmesine engel
olmaktadır; Kürt halkının değil ama, "Kürt milletinin kendi kaderini tayin
için" mücadele ettiğini söylemek, bu sebeple hiç değilse bugün doğru
değildir. Biz bunu söylerken, Kürt burjuva ve küçük toprak ağaları arasındaki güçlü
ayrılma arzusunu da gözden uzak tutmuyoruz. Fakat bu istek, milli hareketin açık bir
talebi haline gelmemiştir diyoruz. Bugün mesela Kuzey İrlanda’daki milli hareket,
bizzat ayrılma talebini açıkça formüle etmiştir. Mesela gecmişte Türkiye’de
Kürt milli hareketi, bizzat ayrılma talebiyle ortaya çıkmıştır vs.... Bugün Kürt
milli hareketinin ayrılmayı açıkça formüle etmemiş olması, yarın da etmeyeceği
anlamına gelmez. Fakat iki ulusun burjuva ve toprak ağaları sınıfları arasında çeşitli
uzlaşmalar da mümkündür; bunu da aklımızdan çıkarmayalım. Nitekim Irak’ta
Barzani hareketi kısmi bir özerklikle yetinmiştir. Ayrıca Kürt milli hareketinin bir
kanadı ayrılmayı savunurken, bir başka kanada aksini de savunabilir. Bu nedenlerle henüz
dereyi görmeden paçayı sıvamayalım. 12. Türk
İşçi ve Köylüleri üzerindeki Hakim Ulus Milliyetçiliğinin Etkilerini İnkar
Etmeyelim: Şafak
revizyonistleri, "Kürt halkının(!) mücadelesini ["milli baskı ve eritme
politikasına karşı" mücadeleyi, "demokratik haklar, milliyetlerin eşitliği
ve kendi kaderini tayin için" mücadeleyil Türtiye’nin
bütün işçi ve köylüleri destekliyor" diyorlar (abç). Burada
somut gerçek süslü cümlelere feda edilmiştir. Önce bir kere şu hatayı düzeltelim:
"Türkiye’nin bütün işci ve köylüleri" bir yana, Türkiye’nin sınıf
bilinçli proletaryası dahi "kendi kaderini tayin için" mücadeleyi
(tayin hakkı icin mücadeleyi değil) her şart altında desteklemez; ayrılmayı ancak
her somut durumda proletaryanın sosyalizm için yürüttüğü mücadelenin menfaatine
uygun düştüğü zaman destekler, değilse, Kürt milletinin ayrılma isteğine saygı gösterir
ve ayrılmalarına razı olur, ama ayrılmayı aktif olarak desteklenemez.
Bu noktaya ilerde gene döneceğız. Öte
yandan, "Türkiye’nin bütün işçi ve köylüleri"nin bugün Kürt
milletinin en haklı ve ileri isteklerini dahi desteklediğini iddia edemeyiz. Bu, sadece
arzu edilen bir şeydir ama, ne yapalım ki, gerçek değildir. Türk işçi ve
köylülerinin bilinçleri, Türk hakim sınıfları tarafından milliyetçilik
ideolojisiyle geniş ölçüde karartılmıştır. Hakim ulus milliyetçiliği, değil köylülerin,
proleterlerin en ileri unsurlarının bile gözlerini az çok karartmıştır. Yaniözellikle
Türk komünistlerinin önünde Türk milliyetçiliğini yıkmak görevi, işçi ve
köylüleri burjuva milliyetçiliğinin her türlü kalıntılarından temizlemek görevi
vardır. Bu görevi ihmale veya önemsememeye yol açacak her tespit, sınıf mücadelesi
açısından sadece zararlıdır. Lenin yoldaşın Rusya için söylediği şu sözler,
bizim için de aynı ölçüde geçerlidir: "şimdi
bile ve herhalde daha uzun bir zaman için, proleter demokrasisi (ona tavızde bulunmak
anlamında değil, onunla mücadele etmek anlamında), Rus köylüsünün şoven milliyetçiliğini
hesaba katmak zorundadır" (Ulusların Kaderlerini Tayın Hakla, s. 127). Şafak
revizyonistleri bu gerçeği hesaba katmamakta, komünist hareketin Türk milliyetçiliğiyle
mücadele etmek görevini unutturmaktadırlar. 13.
Halkın Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Ulusun
Kendi Kaderini Tayin Hakkı: Şafak
revizyonistleri, Marksizim - Leninizmin milli meseleyle ilgili en temel prensiplerini
tahrif etmiş ve içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir. En temel ilkelerden biri olan
"ulusların kendi kaderini tayin hakkı" ilkesini, "halkın kendi kaderini
tayin hakkı" şeklinde tahrif etmişlerdir. "Halkın kendi kaderini tayin
hakkı" ile "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı", tamamen farklı
şeylerdir. Birincisi, halkın iktidarda bulunan gerici sınıfları devirmesi, iktidarı
ele geçir- mesi,
devletin hakim olması, yani kısacası devrim yapması hakkı anlamına geldigi halde,
ikincisi, milletin ayrı bir devlet kurma hakkı anlamına gelir. Şafak
revizyonistleri Kürt halkının devrim yapma hakkını tanıdıklarını ilan
ediyorlar(!). Ve milli meseleyı de böylece halletmiş oluyorlar(!). Bravo doğrusu. İbret
verici olan şudur ki, halkın kendi kaderini tayin hakh formülasyonu, bir zamanlar
Buharin tarafından Lenin yoldaşa karşı savunulmuş ve Lenin yoldaş tarafından da
eleştirilmiştir. Lenin yoldaşın Buharın’e cevabını aktaralım: "Milli
mesele hakkında
da aynı şeyi söylemek zorundayım. Burada da yoldaş Buharin, olmasını istediği
şeyi olanla karıştırmıştır. Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını
tanımamalıyız diyor. Bir millet, proletarya ile birlikte burjuvazi demektir., Biz
proleterler hor gördüğümüz burjuvaziye kendi kaderini tayin hakkını niçin tanıyalım?
Bu iki şey birbiriyle mutlak surette bağdaşmaz! Müsaadenizle, bugün fiilen varolanla
bağdaşır. Bunu yok ederseniz, sonuç sırf ?? hayal olur (abç) "...
‘Ben yalnız emekçi sınıfların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak istiyorum’
diyor yoldaş Buharın. Bu demektir ki, sen Rusya’dan başka hiç bir ülkede başarılmamış
olan bir şeyi tanımak istiyorsun. Gülünç şey" (RKP-B 8. Kongresine Sunulan
Parti Programı Uzerıne Rapordan, Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 277 - 278). Bugün
Türkiye’de "Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı"nı, kendi
ifadesiyle "ısrarla" savunan Şafak revizyonistleri, sadece
"gülünç" olmuyorlar, aynı zamanda korkunç bir hakim ulus milliyetçiliğinin
de en usta teorisyenleri oluyorlar. Bugün Türkiye’de devlet kurma halkı, hakim Türk
ulusunun bir imtiyazıdır. Kürt ulusunun ayrı bir devlet kurma hakkı zorla elinden
alınmıştır. Komünistler hiç bir ulusal imtiyazı savunmazlar. Milletler arasında
mutlak eşitliği savunurlar; kapitalizm şartlarında milletlerarasında mutlak
eşitliğin olamayacağını elbette bilirler; ama bunarağmen yine de teoride de kalsa
çeşitli milliyetten işçilerin ve emekçilerin birliğini sağlamak için, her türlü
milli imtiyaza ve eşitsizliğe karşı çıkarlar; olabildiği kadar en tutarlı, en
geniş, en ileri demokratizmden yana çıkarlar. Şafak revizyonistleri ne yapıyorlar? Kürt
halkına devrim yapma hakkını bahsederek(!) Kürt milletinin devlet kurma hakkını
ortadan kaldırıyorlar. Hakim Türk ulusunun devlet kurma imtiyazını alçakça ve
sinsice savunma yolunu tutuyorlar. "Gülünç" olanın yanında "korkunç"
olan şey budur! 14.
"Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı", Ayrı
Bir Devlet Kurma Hakkından Başka Bır Şey Degıldir: Şafak
revizyonistleri, "... kendi kaderini tayin ve isterse ayrı bir devlet kurma
hakkı" demek suretiyle, "kendi kaderini tayin hakkını", ayrı bir devlet
kurma hakkından başka bir şey olarak görüyorlar. Yukardaki ifade ancak şu şekilde
doğru olurdu: "... kendi kaderıni tayin hakkını, yani ayrı bir devlet kurma
hakkını...". Çünkü??kendi kaderını tayın hakkı zaten ayrı bir devlet kurma
hakkıdır. Kendi
kaderını tayın hakkının ayrı bir devlet kurma hakkından başka bir şey
olmadığını Lenın yoldaş defalarca belirtmiştir: "Ulusların
siyasi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi meselesinin yani (abç) bunların
tamamen özgür ve demokratik yoldan ayrılmaları ve bağımsız devlet kurmaları mèselesinin
çözüme bağlanması..." (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 12). "Demek
ki, eğer biz uluslann kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını hukuki
tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar ‘icat
ederek’ değil de, ulusal hareketlerin tarihi ve iktisadi ,şartlarını inceleyerek öğrenmek
istiyorsak, varacağımız sonuç, kacınılmaz olarak, uluslarn kendi kaderlerini
tayin etmesinin, o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasi bakımdan ayrılma ve
bağımsız bir ulusal devlet kurma anlamına geldiği sonucudur "(abç). "Daha
aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak aynı
varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçın yanlış olacağının (abç)
başka sebeplerıni de göreceğiz (age, s. 55). "...Marksistlerin
programındaki ‘ulusların kendi kaderlerini tayın etmeleri’ ilkesi, tarihi-iktisadi
bakımdan, siyasi kaderlerıni tayin etme, siyasi bağımsızlık, ulusal bir devletin
kurulmasından başka bir anlama gelmez..." (abç) (age, s. 59). "...
Ulusların siyasi kaderlerini tayin etmeleri hakkının, ayrılma ve bağımsız bir
ulusal devlet kurma hakkından başka bir anlama gelemeyeceği (age, s. 86). "Boşanma
serbetliğini savunan bir kimseyi, aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar
ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini
tayin etme özgürlügünü savunanları da yani ayrılma özgürlüğünü savunanları
da labç], ayrılmayı teşvikle suçlamak, o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlü bir
davranıştır... Kapitalist devlette, ulusların kendi kaderini tayin etme
hakkını, yani ulusların ayrılma hakkını labçl reddetmek, egemen ulusun
imtiyazlarını ve demokratik metodlara karşı polis yönetim metodlarını savunmaya
eşittir (age, s. 87 -88). "...
Sosyal - Demokratlar, eğer ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, yani
ezilen ulusun ayrılma hakkını labc.l reddederse..." (age, s. 89). "llk
önce şunu belirtelim ki, ‘ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı’ konusunda
Rus Sosyal-Demokrat literatürü ve ne kadar yetersiz olursa olsun, bu literatür, gene de
söz konusu hakkın, uluslarm ayrılma hakkı anlamına geldiğinğ açıkça ifade
eder" [abç] (age, s. 114). "Okuyucu,
programı kabul eden Partinin ikinci Kongresinde, ulusların kendi kaderini tayin
etme hakkının ‘ancak’ ayrılma hakkı anlamına geldiği (abç) konusunda
iki ayrı görüş bulunmadığını görecektir (age, s. 118). "Genel
olarak Marksizmin teorisi bakımından ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı
meselesi hiç bir zorunluk arzetmez. 1896 Londra kararlarına, ya da ulusların
kendi kaderini tayin etme hakkının sadece ayrılma hakkı anlamına geldiği gerçeğine
(abç) ciddi olarak kimse karşı gelemez" (age,s. 125). "...
Her türlü burjuva milliyetçiliğine karşı ve özellikle Rus milliyetçiliğine
karşı mücadele etmek, sadece genel olarak bütün ulusların tam hak eşitliğini
tanımakla yetinmemek, fakat aynı zamanda bağımsız devlet kurmada da hak
eşitliğini yani ulusların kendi kaderlerini tayin etmede, ayrılmada hak eşitliğini iabçl
tanımak..." (age, s. 128). "Partinin
Birinci Kongresi’nin (1898) kararlarından mekanik olarak devralınan—ki bu kongre de,
bunu Uluslararası Sosyalist Kongrcsinin kararlarından ariyet olarak almıştı—bu
karar tartışmalardan da anlaşıldığı gibi 1903 Kongresinde tıpkı Sosyalist
Enternasyonal’in anladığı biçimde yorumlanmıştır yani ulusların kendi
siyasi kaderlerini tayin etme hakkının, ulusların siyasi bağımsızlık doğrultusunda
kendi kaderlerini tayin etme hakkı olarak. Böylece, toprağını ayırma hakkı
anlamını taşıyan ulusların kendi kaderini tayin etmeleri formülü labçl,
belirli bir devlet organizması içinde bu devletten ayrılmayan ya da
ayrılma isteğinde olmayan milliyetlerle ulusal ilişkilerin düzelmesi meselesini
kapsamaz" (age, s. 129, Naşata Rabogaya Gazeta’dan Vl. Kossavski’den aktaran
Lenin). "Besbelli
ki Bay Vl. Kossovski, 1903 İkinci Kongresinin tutanaklarını elinin altında
bulundurmaktadır ve ulusların kendi kaderini tayin etme teriminin gerçek (ve
biricik anlamını) (abç) çok iyi anlamaktadır" (Lenin, age, s. 129). Lenin’in
bu, itiraza meydan vermeyecek kadar açık ifadelerine rağmen, hâlâ kavramları allak
bullak etmenin sebebi nedir? Marksist literatürü böylesine içinden çıkılmaz bir
hale sokmak, bir çorbaya çevirmek, büyük bir kabiliyet ister doğrusu! Bir
yandan milletin kendi kaderini tayin hakkı kaşla göz arasında halkın kendi kaderini
tayin hakkına dönüştürülüyor (halkın kendi kaderini tayininin; halkın devrim
yapmasından başka bir anlama gelmediğini gördük, çünkü halkın ayrı bir devlet
kurma hakkını kazanması ancak gericileri devirmekle mümkündür), öte yandan kendi
kaderini tayin hakkı, ayrı bir devlet kurma hakkından başka bir şey sayılıyor. Kavramların
gerçek anlamını yerine koyarsak Şafak revizyonistleri şunu demiş oluyorlar: "Hareketimiz,
Kürt halkının [devrim] ve isterse ayrı bir devlet kurma hakkını tanıdığını açıklar!". İşte
bir Marksist - Leninist hareketin milli meseleye getirdiği şahane çözüm(!). Bu
çözümün(!), hakim Türk ulusunun mevcut devlet kurma imtiyazını savunmaktan başka
bir anlama gelmediği açıktır: 15.
"Kendi Kaderini Tayin". "Kendi Kaderini Tayin Hakkı". "Kendi
kaderini tayin" ile "kendi kaderini tayin hakkı" farklı şeylerdir.
"Kendi kaderini tayin" veya "kendi kaderini tayin etme" ayrılma,
ayrı bir devlet kurma anlamına gelir. Oysa, "kendi kaderini tayin
hakkı" biraz önce de işaret ettiğimiz gibi ayrılma hakkı, ayrı
bir devlet kurma hakkı anlamına gelir. Komünistlerin her
şart altında ve kayıtsız şartsız savundukları şey, "kendi kaderini tayin hakkı"
yani ayrı bir devlet kurma hakkı’dır. "Kendi kaderini tayin hakkı"
ile "kendi kaderini tayin" veya başka bir deyişle "ayrı bir devlet kurma
hakkı" ile "ayrı bir devlet kurma" asla birbirine karış-
tırılmamalıdır. Komünistler birincisi her şart altında savundukları halde
ikincisini şartlara bağlı olarak savunurlar. Lenin yoldaşın ifadesiyle, komünist
hareket bu ikinci sorunu, "her özel meselede somut olarak, bir bütün olarak sosyal gelişmenin
ve sosyalizm için proletaryanın sınf mücadelesinin menfaatleri açısından yargılar
ve tayin eder". Lenin yoldaş, "ulusların kendi kaderlerini tayin
hakkı"nı, boşanma hakkına benzetir. Boşanma hakkı her şart altında ve
kayıtsız şartsız savunulduğu halde, bizzat boşanma meselesi, bilindiği gibi bazı
şartlarda savunulur, bazı şartlarda ise savunulmaz. Boşanma hakkını tanımadan,
ailenin birliği nasıl zoraki birbirlik olursa, "kendi kaderini tayin hakkı"
tanınma- dan da, milliyetlerin birliği zoraki bir birlik olur. Karşılıklı güvene,
gönüllülüğe dayanan bir birlik olmaz. Karşılıklı düşmanlığa, ve cebire
dayanan, kof ve çürük bir birlik olur. Komünistler, böyle bir birliği savunamazlar;
her milliyetten emekçi halk arasında karşılıklı güvene, dostluğa, gönüllülüğe
dayanan sağlam bir birlik olmasını isterler ve savunurlar. Yine komünistler, genel
olarak büyük devletler halinde örgütlenmiş olmayı, küçük küçük devletler
halinde örgütlenmiş olmaya tercih ederler. Çünkü geniş bir alana kurulmuş büyük
devletler, sınıf mücadelesi açısından, geniş çapta üretim yapılması açısından
ve sosyalizmin inşası açısından daha elverişli şartlara sahiptir. Fakat komünistler,
belirttiğimiz gibi, büyük devletler halinde örgütlenmenin, milliyetler üzerinde baskıya
ve zora dayanmasına kesinlikle karşıdırlar. Milliyetler arasındaki birlik, gönüllülüğe
ve karşılıklı güvene dayanan bir birlik olmalıdır. İşte, ulusların kendi
kaderlerini tayin hakkını, kayıtsız şartsız savunma görevi buradan gelir. Peki,
böyle önemli bir prensip meselesinde Şafak revizyonistlerin tutumu nedir? Halkın
devrim yapma hakkını (!) savunmak, milletlerin kendi kaderini tayin hakkını çiğnemek.
Üstelik, "Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı, yoksul köylülere dayanan
toprak devrimi mücadelesinden ve
emperyalizme karşı mücadeleden koparılamaz" diyerek kendi kaderini tayin hakkını
da şartlara bağlıyorlar. Unutmayın ki, bu saçma cümle, Şafak
revizyonistlelerın milli meseleye getirdiği çözümdür(!). Revizyonistler, eleştiriler
üzerine "kendi kaderini tayin hakkı"nın yerine, "kurtuluşu" sözcüğünü
geçirmek zorunda kalmışlardır ama bu, onların milli meselede hakim ulus milliyetçiliğini
savunmaya devam etmelerine asla engel değildir, ve zaten engel olmamıştır. şafak
revizyonistleri şöyle diyorlar: "Hareketimiz.:.
Kürt halkının kaderinin Kürt işçi ve köylülerinin menfaatleri yönünden tayin edilmesi
[abçl için çalışır." Neresinden baksanız yanlışlarla dolu bir ifade!
Bir kere daha
tekrarlayalım ki, her şeyden önce "Kürt halkının" değil, "Kürt
milletinin" denmesi gerekir. Çünkü, Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesi
meselesi, milli meseleyle ilgili bir şey değildir, tartıştığımız konuyla alakası
olmayan birşeydir. Ayrıca Kürt halkı kendi kaderini tayin ederse, bu elbette "Kürt
işçi ve köylülerinin menfaatleri yönünde" olur. Başka bir yönde olması
imkansızdır, çünkü bir halkın kendi kaderini tayin etmesi, o halkın
kendi devrimci devletini kurması demektir. Bir halk, kendi devrimci
devletini kuracak, yani kaderini tayin edecek ve bu, "işçilerin ve köylülerin
menfaati yönünde" olmayabilecek(!). Bu düpedüz saçmalamaktır. "Kürt
halkının kaderinin... tayin edilmesi" deniliyor. Bu ifade, bir başka
yönden daha sakattır. "Kaderinin... tayin edilmesi" değil,
"kendi kaderini kendisinin tayin etmesi". Besbelli ki, "Kürt
halkının kaderinin... tayin edilmesi" ifadesi, "tayin etme"
işinin, dışarıdan yapılması anlamını taşır. Kendi dışındaki bir
gücün, Kürt halkının kaderini çizmesi anlamına gelir. Şafak revizyonistleri, milli
meseleyi arap saçına çevirmişlerdir. "Ulusların kendi kaderini tayin
hakkı" kavramında ilerici olan, devrimci olan, doğru olan ne varsa hepsinin
ırzına geçmişlerdir. Bu kavramı, akıl almaz çarpıtmalarla hakim
ulusun burjuvalarının ve toprak ağalarının işine yarayacak bir şekle
sokmuşlardır. Yukardaki
ifadede, "halk" sözcüğü yerine "millet" sözcüğü konmuş
olsaydı, ifade yine de şu iki sakatlığı devam ettirirdi: Cümle, "hareketimiz,
Kürt [milletinin] kaderinin Kürt işçi ve köylülerinin menfaati yönünde tayin
edilmesi için çalışır" şekline girerdi ki, bu takdirde de yine, birinci
olarak Kürt
milletinin kaderinin tayini işi, kendisi eliyle değil de, ‘ "hareketimiz"(!)
eliyle yapılmış olurdu. Böylece, milli meseleden en önemli şey, milletin kendi
kaderini, tayin hakkı, milletin elinden alınmış, bu temel ilke alçakça çiğnenmiş
olurdu. Yukardaki cümle şu anlama gelirdi: "Hareketimiz" "Kürt işçi ve
köylülerinin menfaati yönünde" ayrı bir Kürt milli devletinin kurulması için
çalışır. Besbelli ki bu ifade, devlet kurma hakkını milletin elinden alıp
"hareketimiz" denilen şeyin eline vermektedir. İkinci olarak, bir komünist
hareket, bir milli devlet kurulup kurulmaması meselesini asla programa almaz; ayrı bir
milli devlet kurulması konusunda asla peşin hüküm vermez. Komünist hareket, yukarda
da belirttiğimiz gibi, "milletin kerndi kaderini tayin hakkının garantisini verir
ve bunu programına koyar. Ayrılıp ayrıl- mama meselesinde somut şartlara göre bir
karara varır. Şafak
revizyonistleri, sonuç itibariyle, genel olarak milletin kendi kaderini tayin hakkını,
özel olarak da Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını fiilen yoketmişlerdir.
Bunu yokettiniz mi de, "ulusların eşitliği" prensibinden geriye kocaman bir
sıfır kalır; elinizi hakim ulusun sadece burjuvazisine değil, polis şeflerine,
faşist generallerine de dostça uzatmış olursunuz. 16. Türkiye’nin
Sınıf Bilinçli Proletaryası, Kürt Milletinin Ayrılmasını Ne Zaman
destekler, Ne Zaman Desteklemez? Hangi
milliyetten olursa olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt milletinin ayrı
bir devlet kurması meselesine devrimin gelişmesi, güçlenmesi açısından bakar. Eğer
Kürt milletinin ayrı bir devlet kurması, Türkiye Kürdis- tan’ında proletarya
önderliğinde demokratik halk devrimi- nin gelişmesi ve başarıya ulaşması imkanını
artıracaksa, hangi milliyetten olursa olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası
bizzat ayrılmayı destekleyecektir. Eğer ayrılmâ, Türkiye Kürdistan’ında
proletarya önderliğinde demokratik halk devriminin gelişmesini ve başarıya
ulaşmasını geciktirecek- . se, zorlaştıracaksa, hangi milliyetten olursa olsun,
sınıf bilinçli Türkiye proletaryası ayrılmayı desteklemeyecektir. Ülkemizde gelişen
komünist hareketin Kürdistan’da köylüler arasında hızla kök saldiğını, toprak
devrimi mücadelesinin hızla gelişip yayıldığını, devrimci hareketin Kürdistan
bölgesinde, Batı bölgesine nisbetle daha hızlı geliştiğini düşünelim. Bu
şartlar altında Kürt bölgesinin Türkiye sınirları içinde kalması, bu bölgede sadece
hakim Türk ulusunun burjuva ve toprak ağalarının devletinin çıkardığı
engellerle devrimin kösteklenmesine vs... yol açacaktır. Veya Kürt bölgesinde çeşitli
alânlarda Kizıl siyasi iktidarların doğduğunu düşünelim ve Batı’da devrimin
çok daha yavaş bir tempoyla geliştiğini düşünelim. Bu şartlar altında yine, Türk
hakim sınflarının ve bunların devletinin baskısı, Doğu’da gelişen devrimi
geciktirecek, köstekleyecektir. Bu takdirde Doğu’nun ayrılması, devrimin
gelişmesini hızlandıracak, güçlendirecektir. Bu durum, Batı ve Doğu’daki devrimin
gelişmesini de hızlandırarak, Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki devrimin gelişmesini
de elbette etkileyip hızlandıracaktır. Böyle bir durumda, hangi milliyetten olursa
olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası Kürt milletinin ayrılmasını, Kürdistan’da
hızla gelişen devrimin daha hızlı gelişme imkanlarına kavuşmasını
ister ve savunur. Öte
yandan, eğer Türkiye’nin diğer bölgelerinde devrim daha hızla gelişiyorsa; Kürt
bölgesindeki gelişme daha yavaşsa, Kürdistan’ın ayrılması, bu bölgede devrimin
gelişmesini daha da yavaşlatacaksa, feodal beylerin, şeyhlerin, mollaların vs...
hakimiyetini güçlendirecekse, Doğu’daki devrimci mücadele, Batı’nın desteğinden
mahrum kalarak zayıf düşecekse, bu takdirde hangi milliyetten olursa olsun, sınıf
bilinçli Türkiye proletaryası ayrılmayı desteklemeyecektir. Eğer Türkiye’de
devrim başarıya ulaştıktan sonra Kürt burjuvazisinin önderliğinde bir ayrılma
hareketi başgösterirse, hangi milliyetten olursa olsun sınıf bilinçli Türkiye
proletaryasi ayrılmayı desteklemeyecektir vs... Bu
söylediğimiz şeyler, elbette faraziyeye dayanmaktadır. Fakat komünist hareketin hangi
şartlarda ayrılmayı savunacağını, hangi şartlarda ayrılmanın aleyhinde bir tutum
takınacağını kavramak bakımından; bu faraziyeler üzerinde durmanın da büyük
faydaları vardır. Ayrıca bu faraziyeler gerçeğe aykırı, olması imkansız şeyler
de değil, gerçeğe uygun, olması mümkün şeylerdir. 17. Kürt
Milleti Ayrılmaya Karar Verirse, Sınıf Bilinçli Türkiye Proletaryası Nasıl
Davranacaktır? Ayrılma
halinde iki durum söz konusu olabilir: Birincisi,
ayrılmanın, yukarda belirttiğimiz gibi devrimin gelişmesini olumlu yönde etkilemesi
durumudur ki, bu takdirde mesele basittir. Her milliyetten sınıf bilinçli Türkiye
proletaryası, ayrılmayı kesinlikle savunur ve destekler. İkincisi,
ayrılmanın, devrimin gelişmesini olumsuz yönde etkilemesi durumudur. Böyle bir durum
varsa ve buna rağmen Kürt milleti ayrılmak istiyorsa, sınıf bilinçli Türkiye
proletaryası ne yapacaktır? Sözlü tartışmalarda bu soruya Şafak revizyonistlerinin
verdiği cevap şudur: Zor kullanmak dahil, her metoda başvurarak ayrılmayı engellemek.
Aynı soruya hareketimizin verdiği cevap şudur: Komünistler böyle bir durumda zor
kullanmayı kesinlikle reddederler. Kürt işçileri ve emekçileri arasında
"birleşme" lehinde propaganda yürütmekle birlikte, ayrılma isteğinin
önüne asla zor çıkarmazlar. "Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı"nı
tanımak; bir millet bu hakkı kullanmak, yani ayrılmak istediği zaman, onun
karşısına asla engel ve güçlük çıkarmamak demektir. Komünistler, Kürt milletinin
ayrı bir devlet kurup kurmayacağı kararını tamamen ve kesinlikle Kürt milletine bırakır.
Kürt milleti isterse ayrı bir devlet kurar, istemezse kurmaz. Buna karar verecek olan
başkaları değil, Kürt milletidir. Komünistler, bir milletin ayrılma isteğinin
önüne kendileri asla engel çıkarmayacağı
gibi, burjuva ve toprak ağalarının hükümetinin engel çıkarına, zor kullanma
girişimleriyle de aktif olarak mücadele eder. Her türlü dış müdahaleye karşı mücadele
eder. Eğer Kürt proletaryası ve emekçileri ayrılmanın devrimi zayıflatacağının bilincinde
ise, o zaten birleşmek yolunda elinden geleni yapacaktır; bilincinde değilse, onun
adına dişardan müdahaleye kimsenin hakkı yoktur. Dişardan müdahale, zor kullanma,
ayrılma isteğinin önüne engel çıkarma hangi gerekçeyle olursa olsun, "ulusların
kendi kaderini tayin hakkı"na bir tecavüzdür. Böyle bir tecavüz, işçilerin ve
emekçilerin birliğini baltalar, birbirine güvenini sarsar, milli düşmanlıkları körükler,
sonuç olarak, uzun vadede proletaryanın davasına büyük zararlar verir. Sovyetler
Birliği’nde devrim başarıya ulaştıktan sonra (31 Aralık 19l7de) Finlerin ayrılmak
istemesi üzerine Bolşevikler, hiç tereddüt etmeden ayrilmaya razı olmuşlardır.
Eğer Finler ayrılmasaydı ve Finlandiya SSCB içinde bir halk cumhuriyeti olarak
örgütlenseydi, bu elbette daha iyi bir şeydi. Ama Fin ulusu ayrılmak istiyordu. Bu
durumda ya ayrılmaya razı olmak, ya da isteği zorla bastırmak gibi son derece zararlı
bir yol tutmak gerekiyordu. Bolşevikler ayrılmaya razı oldular, ayrılma isteğinin
önüne en küçük ölçüde bile olsa hiç bir engel çıkarmadılar. Bu tutum gerek Fin
halkının, gerekse Sovyetler Birliği’ndeki devrimin menfaatine olmuştur. Bu tutum,
Fin işçi ve köylülerinin Sovyet proletaryasına güvenini sağlamlaştırmıştır.
Sovyetler Birliği’nde iç savaşın devam ettiği 1918-1920 yılında emperyalistlerin,
Sovyetler Birliği’ne Finlandiya üzerinden saldırma planları, Fin halkının
direnişiyle karşılaşmıştır. Eğer Fin ulusunun ayrılma isteğine rağmen ayrılma
engellenseydi, bu tutum, iki ülke halkı arasında köklü bir düşmanlık doğururdu
sadece. "Smolni’de"
diyor Lenin yoldaş, "Fin
burjuvazisinin cellat rolündeki temsilcisi Svinhufwd’a Rusçası "domuz
kafalı" demektir- kararnameyi uzattığım zamanki sahneyi çok iyi hatırlıyorum.
Dostça elimi sıktı, birbirimize karşılıklı iltifatlar ettik. Ne tatsız bir işti!
Ama yapılması gerekiyordu; çünkü o sırada burjuvazi Moskofların, şovenlerin, Büyük
Rusların Finleri ezmek istediği iddiasıyla halkı, emekçi halkı aldatmaktaydı. Bunu
yapmak zorundaydık" (Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 278-279). Lenin
yoldaşın Fin meselesindeki tutumu son derece öğretici bir örnektir. Şafak
revizyonistlerinin tutumu, Lenin yoldaşın tutumuna taban tabana zıttır. Bizim
tutumumuz, Lenin yoldaşın tutumuyla tam bir uygunluk
halindedir. 18.
"Bölücülük" Demogojisi: Şafak
revizyonistleri, "hareketimiz, Türk ve Kürt halklarının devrimci birlik ve
kardeşliğine düşmanlık güden her milliyetteri hakim sınıflarla ve onların bölücü
politikasıyla [abç] mücadele eder" diyorlar. Bunların
"bölücü politika" tabiri, Türk hakim sınıflarının şoven milliyetçilerin
ve feodallerin siyasi sözlüğünden ödünç alınmıştır. Hakim sınıflar, kendi
milliyetçi politikalarına karşı çıkan herkese "bölücü" damgasını
yapıştırıyorlar. Sadece ayrılmak isteyen Kürtlere değil, ayrılma hakkını
savunan, mili baskılara şu veya bu ölçüde karşı çıkan herkese "bölücü"
diyorlar. Bölücülüğün Türkiye’de taşıdığı anlam, "toprakların bölünmesi",
"devletin birliğinin ve bütünlüğünün bölünmesi"dir. Bu anlamda Türk
hakim sınıflarının ve hatta siyasi bakımdan biraz daha ileri olmakla birlikte, bir
elini (açıkça) demokrasiye, öbür elini (arkadan) hakim sınıflara uzatan orta
burjuvazinin "bölücü" olduğunu söylemek, sadece komik olur. Ne bölücülüğü?
Bunlar, "bölücülüğün" amânsız düşmanlarıdırlar. Baksanıza, sabah
akşam "bölücülüğe" küfrediyorlar. Bunlar ne pahasina olursa olsun,
devletin ve toprakların bölünmemesinden, birliğinden yanadırlar! Yani Kürt
milletinin ve bütün azınlık milliyetlerin zorla Türkiye Devleti sınırları
içinde tutulmasından yanadırlar. Komünistler ise böyle bir "birliğe"
karşıdır; komünistler her milliyetten işçilerin ve emekçilerin birliğini
savunurlar. Toprakların ayrılmamasını veya bir tek devlet halinde örgütlenmeyi
devrimin menfaatleriyle bağdaştığı zaman savunurlar (ve bunu savunurken bile, esas
olarak işçilerin ve emekçilerin birliğini hedef alırlar); bağdaşmadığı zaman
ise, toprakların ve devletin bölünmesini, ayrılmasını savunurlar. ‘"Toprakların
birliği;’ veya "devletin birliği" şiarı, hakim ulusun burjuvalarının ve
toprak ağalarının şiarıdır. Komünistler "her milliyetten işçilerin ve
emekçilerin birliği" şiarıyla, "toprakların ve devletin birliği"
şiarıyla, "toprakların ve devletin birliği" şiarını kesin olarak ve
kalın çizgilerle ayırdetmek zorundadırlar. Meseleyi böyle koymak yerine, hakim ulusun
burjuva ve toprak ağalarının ağzıyla "bölücülüğe" saldırmak, sadece
kafaları bulandırır ve Türk hakim sınıflarının işini kolaylaştırır. "Bölücülük"
kavramına, gerçekte onun taşımadığı bir anlam atfederek, "asıl bölücüler
onlardır"! gibi, korkunç derecede demagojik bir üslupla milli haksızlıklara
karşı çıkılamaz. İşçi-Köylü gazetesinde "Kimdir Bölücü?" başlığı
altında, böyle bir demagoji ve safsata yığını arasında, Kürt milletinin "ayrılma
hakkı"nın nasıl güme getirildiği ,
hakim sınfların "devletin ve. toprakların birliği" şiarına nasıl sinsice
sahip çıkıldığı, hâlâ hatırlardadır. Şafak revizyonistleri, hakim sınıfların
ağzıyla "bölücü politika"ya saldırarak ,
gerçekte dolaylı yoldan "toprakların ve devletin birliği"ni savunmaktadır;
yani devletin resmi görüşünü benimsemektedir. Hangi milliyetten olursa olsun sınıf
bilinçli proletaryanın şiarı da şudur: . "Bütün
uluslar için tam hak eşitliği; ulusların kaderini tayin etme hakkı; bütün
ülkelerin işçilerinin [ve ezilen halklarının] birleşmesi’ (Lenin). 19.
şafak Revziyonizmi, M. Kemal ve inönü’nün Hakim Ulus Milliyetçiliğini Kendisine
Dayanak Yapıyor: şafak
revizyonistleri, tarihte Kürt ulusuna ve diğer azınlık milliyetlere yapılan milli
baskıları tasvip ediyor. M. Kemal’in Sivas Kongresi’nde, "Türkiye’de
Kürtler ve Türkler yaşar" demesini alkışlıyor. İsmet İnönü’nün Lozan’da,
"ben Türklerin ve Kürtlerin temsilcisiyim" demiş olmasını hararetle
karşılıyor ve bunları kendisine dayanak yapıyor. Türk hakim sınıflarına sanki şöyle
sesleniyor: Bakın, Kürtlerin varlığını Atatürk ve İnönü de tanıdı.
Bizim yaptığımız budur! Bunda kızacak ne var? Revizyonist
hainler, bir milletin varlığını tanımakla, milli meseleyi hallettiklerini sanıyorlar
(hatta onlar, henüz Kürt milletinin varlığını da değil, Kürt halkının
varlığını tanıyorlar(!). Komünistler, milli meselede her milliyetin ve dilin mutlak
eşitliğini savunurlar; milliyetler ve diller arasındaki her türlü eşitsizliğe,
imtiyaza karşı çıkarlar. Devlet kurma konusunda da milliyetlerin eşitliğini
isterler. "Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı"nı kayıtsız şartsız
savunmaları buradan gelir. Oysa, burjuvazi her fırsatta kendi milliyeti lehine
eşitsizlik ister, imtiyaz ister, diğer milletlerin en tabii haklarını çiğner vs...
Hakim milletin burjuvazisi, başka milletlerin varlığını tanıyabilir, hatta mecbur
kaldığı zaman ona bazı haklar da verebilir. Irak’taki Arap burjuvazisi gibi. Ama her
fırsatta bu hakları çiğner her fırsatta başka milliyetleri ezmek ister. Komünistlerle burjuvaziyi
ayıran, azınlık milliyetlerin varlığını tanıyıp tanımamak değildir. Kaldı
ki, M. Kemal, Sivas Kongresi’nde merkezi otorite diye bir şeyin mevcut olmadığı veya
iyice çöktüğü şartlarda Kürtlerin varlığından sahte bir edayla bahsederek, gerçekte
Kürt millerinin muhtemel bir ayrılma hareketini engellemek istemiştir. Onların, Türk
burjuvazisinin ve toprak ağalarının boyunduruğuna razı olmalarını sağlamak
istemiştir. M. Kemal’in bütün hayatı Kürt milletine ve diğer azınlık
milliyetlere baski ve zulüm örnekleriyle doludur. Türkiye’de milli meselede
komünistlerin kendilerine destek edinemeyeceği biri varsa, o da M. Kemal’dir. Hatta Türkiye’de
en başta mücadele edilecek milliyetçilik, hakim ulus milllyetçiliği olan M. Kemal
milliyetçiliğidir. İnönü’nün Lozan’da
Kürtlerin de temsilcisi olduğunu iddia etmesi de, Kürt milletinin kendi kaderini tayin
hakkına açıkça bir saldırıdır. Kürt’ milletinin kaderini dışardan tayin etme
alçaklığıdır. Kürt milletinin oturduğu bölgeyi Türkiye sınırlama yani Türk
burjuvazisinin ve toprak ağalarının hakimiyet alanına, emperyalistlerle pazarlık
yaparak dahil etme kurnazlığıdır! Ve Türk milliyetçiliğinin en azgın bir biçimde tezahür etmesidir.
Revizyonist hainlerin kendilerine dayanak yaptığı şey işte budur! 20.
şafak Revizyonizminin Milli Meseleyle ilgili tezlerinin Özeti: Şafak
revizyonistleri, diğer azınlık milliyetler ve diller üzerindeki milli baskıyı gözardı
ediyor. şafak revizyonistleri, Kürt hareketini bir milli hareket olarak görmüyor; onu
sadece milli baskılara karşı yönelmiş bir "halk" hareketi
olarak değerlendiriyor; Kürt halkının sınıf hareketiyle, milli hareketini
birbirinden ayırdedemediği gibi, Kürt milli hareketinin baskılara ve zulme karşı yönelmiş
genel demokratik muhtevasıyla Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye yönelen gerici
muhtevasını da birbirinden ayırdetmiyor, Kürt burjuva ve toprak ağalarıyla Kürt
proletaryası ve emekçileri arasındaki . farkı siliyor. Şafak
revizyonistleri, Türk hakim sınıflarının Kürt milletine uyguladığı milli baskı
ve zulmün derin iktisadi ve siyasi sebepleri yanlış tahlil ediyor; milli baskıyla
sınıf baskısını, milli çelişkiyle sınıf çelişkisini bir ve aynı gibi gösteriyor. Şafak
revizyonistleri, Türk işçi ve köylüleri üzerindeki Türk milliyetçiliğinin derin
izlerini de görmezlikten gelerek, gerçeği süslü laflara feda ediyor! Türk
milliyetçiliğine karşı işçiler ve köylüler-arasında yürütmek zorunda olduğumuz
faaliyetin önemini ortadan kaldırıyor. Şafak
revizyonistleri, "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" kavramını akıl
almaz bir şekilde çarpıtarak, onu önce Buharinci formülasyona dönüştürerek, sonra
bu Buharinci formülasyonun da ırzına geçerek, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını
tamamen imkansız hale getiriyor ve ortadan kaldırıyor. Milli meseleyle ilgili
kavramları altüst ediyor. şafak
revizyönistleri, "bölücülük" demagojisiyle, sinsi bir şekilde toprakların
ve devletin birliğini savunuyor. şafak revizyonistleri, Türkiye’de hakim ulus
milliyetçiliğinin temsilcileri olan M. Kemal ve İ. İnönü’yü kendisine dayanak yapıyor;
bir milletin varlığını tanımakla milli meselenin halledileceğini sanıyor. Sonuç
şudur: şafak revizyonistlerinin milli meselede izledikleri çizgi, Türk milliyetçiliğiyle,
Mihricilikten miras bir milliyetçilikle, Kürt milliyetçiliğini bağdaştırma çabasıdır.
Şafak revizyonistleri, bir yandan Türk milliyetçisidir, fakat öte yandan Kürt
milliyetçiliğine de dostça elini uzatmıştır. Satırlar arasında sanki şu okunuyor: "Kürt
burjuvazisi ve toprak ağaları kardeşlerimiz! Şu ayrılmak fikrini bir yana bırakın!
Gelin bizimle elele verin! Bakın, size yapılan baskılara biz de karşı çıkıyoruz.
Size baskı yapanlar ‘bölücülerdir! Ama eğer ayrılmak isterseniz, siz de ‘bölücü
olursunuz! Oysa, biz, bilirsizin, ‘bölücülüğün düşmalarıyız, vs. vs..:’ Kürt
milliyetçiliğine taviz veren bir Türk milliyetçiliği! İşte;
milli meseleyle ilgili bütün gevezeliklerin ve şarlatanlıkların özeti! 21.
Marksist-Leninist Hareketin Milli Meseleyle ilgili Görüşlerinin Özeti: Mârkisist-Leninist
hareket, bugün Türk hakim sınıflarının Kürt milletine ve azınlık milliyetlere
uyguladığı milli baskıların en amansız ve en kararlı düşmanıdır; milli
baskılara, diğer diller üzerindeki baskılara, milli imtiyazlara karşı en önde
mücadele eder. Markist-Leninist
hareket, Türk burjuva ve toprak ağaları tarafından ezilen Kürt milletinin kendi
kaderini tayin hakkını, yani ayrılına ve bağımsız bir devlet meydana getirme
hakkını her dönemde ve kayıtsız şartsız tanır ve savunur. Marksist-Leninist
hareket, devlet kurma hakkı konusunda da imtiyaza karşıdır. Halk demokrasinin en temel
ilkeleri bunu zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda Türk burjuva ve toprak ağalarının Türkiye’deki
azınlık milliyetlere uyguladığı şimdiye dek görülmedik milli baskılar da bunu
zorunlu kılıyor. Bu aynı zamanda bizzat Türk işçilerin ve emekçilerin özgürlük
mücadelesi tarafından zorunlu kılınmaktadır, çünkü onlar, Türk milliyetçiliğini
yıkmazlarsa, onlar için kurtuluş imkansız olacaktır. Ulusların
kendi kaderini tayin hakkı, belli bir ulusun ayrılmasının gerekliliği ile asla
karıştırılmamalıdır. MarksistLeninist hareket, ayrılma sorununu her özel meselede
somut olarak ele alır, "bir bütün olarak sosyal gelişmenin ve sosyalizm için,
proletaryanın sınıf mücadelesinin menfaatleri açısından yargılar ve tayin
eder". Marksist-Leninist hareket, tasvip etmediği bir ayrılma kararında da zor
kullanmayı, engel ve güçlük çıkarmayı kesinlikle reddeder. Sınırlar, milletin
kendi iradesiyle tespit edilmelidir. Bu, çeşitli milliyetlere mensup işçi ve emekçi yığınların
karşılıklı güveni, sağlam dostluğu ve gönüllü birliği için zorunludur. Markisist-Leninist
hareket, genel olarak ezilen milliyetlerin ve özel olarak Kürt milletinin milli baskılara,
zulme ve imtiyazlara karşı yönelmiş mücadelesini kesinlikle destekler; ezilen
milletin milli hareketindeki genel demokratik muhtevayı kesinlikle destekler. Marksist-Leninist
hareket, Kürt milli hareketinin başını çeken burjuva ve küçük toprak ağalarına
karşı da, Kürt proletaryasının ve emekçilerinin sınıf mücadelesini yürütür ve
yönetir. Kürt burjuva ve toprak ağalarının milliyetçiliği güçlendirmeyi hedef
alan eylemlerine karşı, Kürt işçi ve emekçilerini uyarır. Marksist-Leninist
hareket, çeşitli milliyetlerin burjuva ve toprak ağası sınıflarının kendi
üstünlükleri için giriştikleri mücadeleler karşısında
kayıtsızdır. Marksist-Leninist
hareket, milli baskılara karşı mücadeleyi toprak ağalarının; şeyhlerin,
mollaların vb... durumunun güçlenmesiyle bağdaştırma çabasında olanlara karşı mücadele
eder. Marksist-Leninist hareket, Türk hakim sınıflarıyle işbirliği yapan Kürt
büyük feodal beylerinin, din adamlarının büyük burjuvalarının, işçileri ve
emekçileri bölme çabalarını, el altından Türk burjuva ve toprak ağalarıyla, bütün
milliyetlerin emekçi halklarının aleyhine dalavereler yürüterek’ işçileri ve
emekçileri uyutma çabalarını, çoğu zaman milliyetçi sloganlarla örtbas etmeye çalıştıklarını
bilmektedir ve bunlara karşı mücadele eder. Marksist-Leninist
hareket, Lenin yoldaşın da işaret ettiği gibi, bütün ülkelerin ve hele ezilen
ülkelerin geniş emekçi yığınları önünde bıkmadan, usanmadan siyasi bakımdan
bağımsız devletler kurma maskesi altında, gerçekte iktisadi, mali ve askeri alanlarda
kendilerine tamamen tabi devletler yaratan emperyalist devletlerin sistemli biçimde
uyguladıkları aldatmacayı açıklar ve suçlar. Marksist-Leninist
hareket, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin belli bir devlette, birleşik
örgütlerde, siyasi sendikal, kooperatif, eğitsel vb. örgütlerde kaynaştırılmasını
savunur. İşçileri ve emekçileri milliyetlerine göre ayrı örgütlerde toplama eğilimleriyle
mücadele eder. Çünkü değişik milliyetlerin işçileri ve emekçileri, uluslararası
sermayeye ve gericiliğe karşı ancak bu şekilde başarılı mücadele yürütme imkanına
kavuşur; bütün milliyetlerin toprak ağalarının, din adamlarının ve burjuva
millıyetçilerinin propagandasıyla ve gerici özlemleriyle ancak bu şekilde başarıyla
mücadele etme imkanına kavuşur. Marksist-Leninist
hareket, ülkemizde her milliyetten burjuva ve küçük-burjuva oportünist partiler ve akımlar
tarafından genellikle benimsenen "kültürel- milli özerklik" planını
kesinlikle reddeder. Çünkü bu plan, bir tek devletin eğitim işlerinin milliyetlere göre
bölünmesini önermektedir; böylece, her milliyetin işçi ve emekçilerini, o
milliyetin burjuva ve toprak ağalarının kültürüne bağlamayı ve onları manevi
bakımdan köleleştirmeyi hedef almaktadır. Dolayısıyla, hem demokrasi açısından,
hem de proletaryanın sınıf mücadelesinin menfaatleri açısından son derece
zararlıdır. Marksist-Leninist
hareketin demokratik halk diktatörlüğü sisteminde milli meseleye getireceği çözüm
şudur: Demokratik halk diktatörlüğü sisteminde bütün milletlerin ve dillerin tam eşitliği
garanti edilecektir. Hiç bir zorunlu dil tanınmayacak, halka bütün yerli dillerin öğretildiği
okullar sağlanacaktır. Halk
devletinin anayasası, her hangi bir milletin, her hangi bir imtiyaza sahip olmasını ve
milli azınlığın haklarına her hangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her
ulusa, kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi
için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel
kendi kendini yönetim gereklidir. Bu özerk ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları,
ekonomik ve sosyal şartlar, nüfusun milli birleşimi vb... temeli üzerinde, bizzat
mahalli nüfus tarafından tayin edilecektir. Milli
meseledeki temel şiarımızı bir kere daha tekrarlayalım: "Bütün
uluslar için tam hak eşitliği; ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün
ülkelerin işçilerinin [ve ezilen halkların] birleşmesı’. NOT:
Aralık 1971’de yazıldı. Revizyonizmle örgütsel ayrılıktan sonra aslına bağlı
kalınarak yeniden kaleme alındı. |